Türkiyenin içine girdiği karanlık dehlizin milletimizin nispeten daha uyanık fertleri tarafından fark edildiğini müşahede ediyoruz. Bu durum, çeşitli toplumsal tepkilerle dışa vurmakta ve bizi bu korku tüneline sürükleyen aktörlerin toplumun yarısı tarafından ısrarla görülmemesinden de derin bir üzüntüye kapılıyoruz.
Ancak, atladığımız bir husus var. Türk milleti Türkçe düşünmekte, Türkçenin kendisine yüklediği pratik akıl ve hedeflere kilitlenmektedir.
Türk, devletinin yöneticilerinin uygulamalarında devamlı bir hikmet aramıştır. Ona göre, devlet işini bilmektedir, yaptığı uygulamaların birer hikmeti vardır, devletin gizli ajandası gereği böyle davranmaktadır.
İşte Türk bu şekilde düşündüğü için savaş stratejilerinde kumandanlarına karşılıksız güvenmiş hilal taktiği gereği geri çekilmeleri gerektiğinde emredileni uygulamaktan çekinmemiştir. Türk, Arap gibi düşünmediğinden dolayı muharebe alanına hakim tepeleri terk etmemiştir.
Bizim milletimiz korku ütopyalarına inanmaz ve yönelmez, karamsarlık ile yaşamaz, nasıl olduğu sorulduğunda hep şükreder.
Siyaset üreten ve devletin elden gitmek üzere olduğunu gören aydınlarımız ve milliyetçi siyaset üretme iddiasında olan devlet adamlarımız son on iki yıldır devamlı milleti korku tünelinden haberler vermişlerdir. Söyledikleri çıkmasına rağmen Türk halkının milliyetçi siyasete istenilen ölçüde yönelmediği de görülmektedir.
Oysa millet kendisine hedef verilmesi ile motive olur. Bu sebeple iktidar partisi İslam Ümmet anlayışını öne çıkarmakta, dünya lideri kavramını işlemekte ve en mühimi “Yeni Türkiye” diyerek eskisinden daha ileri bir hedefi topluma göstermektedir. İktidarın seçim başarılarının altında başka sebeplerde var. Ancak AKPnin takip ettiği bu siyasetin sandıkta kendi lehine döndüğü görülüyor.
Türk siyasi tarihinde İttihat ve Terakkiden itibaren Türk milletine büyüme ideali ve ilerisi için umut vadeden siyasi hareketler başarılı olmuşlardır. Buna Demirelin “Büyük Türkiye”, Ecevitin “Umudumuz Ecevit” sloganları birer örnek olarak siyasi tarihimizde ki yerlerini almışlardır.
Rahmetli Erol GÜNGÖR, Türk milletinin bu vasfını tarif ederken Türkiye Türklerinin Anadoluda kendisini kapana sıkışmış olarak gördüğünü, bu sebeple milletin genlerinde var olan büyük ülkülere iltifat ettiğinden bahseder.
Ülkücülük gibi esas hedefi sahiplenmesi gereken milliyetçi partilerin daha çok bölünme korkusu üzerinden siyaset üretmesi işte bu sebeple toplumdan beklenen karşılığı alamamaktadır.
Devletimizin birliğini yine savunacağız ve tehlikelere yine dikkat edeceğiz. Ancak bunu millete hedef gösterme yönünü ihmal etmeden uygulamalıyız. Son senelerde Türk milliyetçilerinin ülkülerini millete anlatabildiğini, topluma sunabildiğini söyleyebilir miyiz?
Bize göre, ihmal edilen bu sosyal-psikolojik unsur behemehal hayata geçirilmelidir. İhtiyacımız olan hedef zaten ideolojimizin kendisidir. İdeolojimizi saklamaktan vazgeçip onu ortaya sermeliyiz.
Ülkücü hareketin ismi dahi toplumun istediğini karşılamaktadır. Sadece, kendimize Türkiyenin büyümesi için hedefimizin ne olduğu sorusunu soracağız ve TURAN cevabını aldığımızı göreceğiz.