Çin kaynaklı bir virüs dünya genelinde yayıldı ve salgına sebep oldu. Eskiden de bu kadar büyük salgınlar olmuş, bunu tarihten öğreniyoruz. Kolera; Hindistan karasularında yaşayan bir mikrop, İngilizler’in Hindistan’ı işgal etmesiyle, dünyaya İngiliz kolonileri aracılığı ile yayılmış. Veba yine Asya kökenli ama İstanbul’da da görülmüş, sonrasında tüm Avrupa’ya yayılmış. İstanbul eski köklü bir yerleşim merkezi olduğu için her zaman salgınlardan etkilenmiş. Salgın için mikrop kadar onun yayılmasını kolaylaştıran nüfus yoğunluğu da önemlidir. Tüm hayvanlardan insana mutasyonla geçen ve bulaşan hastalıkların, nüfusun yoğun olduğu Çin ve doğu Asya olması bundan dolayıdır. Mesela bir kızamık virüsü görüldü ve devam etmesi için en az 300 bin kişilik nüfus yoğunluğu gerekiyormuş. Mikrobik hastalıklarının yayılmasında kalabalık ülke ve şehirler risk altındadır.
Her yıl grip salgını olur; yaşlı-çocuk, direnci düşük kişileri etkilerdi. Ona karşı risk altındaki grup aşılanır, koruyucu önlemler alınırdı. Grip salgını eskiden İspanyol nezlesi diye ünlenmiş büyük bir salgın. 1. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkmış, milyonlarca insan ölmüştür. İspanyol gribi ya da İspanyol nezlesi, 1918-1920 yılları arasında H1N1 virüsünün ölümcül bir alt türünün yol açtığı grip salgınıdır. İspanyol gribi, 18 ay içinde 50 ile 100 milyon arası insanın (o dönemde yaşayan nüfusunun yüzde 15’i) ölümüne sebep olarak insanlık tarihinde bilinen en büyük salgın olmuştur. İstanbul yine bu İspanyol nezlesinden etkilenen şehirlerin içinde ismi geçiyor. Hatta ülkemizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal, Samsun’a geçmeden önce İspanyol nezlesine yakalanmış ve dinlenerek iyileşmiş, sonra vapurla seyahatine devam etmiş. Sultan Mehmet Reşat 1918 de kalp yetersizliğinden ölmüş, sebebi ispanyol nezlesi olarak biliniyor. Hastalığa dönemin önemli isimlerinden de yakalananlar olmuştur. Max Weber, Ressam Gustav Klimt, İspanya Kralı XIII. Alfonso ve Sophie Halberstadt Freud bu kişiler arasındadır. Bu İspanyol nezlesi, edebiyatımıza da yansımış. Nazım Hikmet şiirinde bahsetmiştir.
“Biz ki İstanbul şehriyiz, seferberliği görmüşüz: Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin, vagon ticareti, tifüs ve İspanyol nezlesi bir de ittihatçılar, bir de uzun konçlu Alman çizmesi 914’ten 918’e kadar yedi bitirdi bizi..."
Salgın, 1918 Eylül-Kasım aylarında zirve noktasına ulaşmış ve Türkiye dahil tüm dünya ülkelerini etkilemiş. Toplantılar yasaklanmış, okullar tatil edilmiş, kütüphanelerde kitap dağıtımı durdurulurken ulaşım araçları dezenfekte edilmiş. El sıkışmak bile suç haline gelmiş.
Ölüm korkusu panik yaratmış. Ayağına salatalık bağlayan mı, cebinde patates taşıyan mı, çocuğunu soğana sokan mı dersiniz. Ancak en dikkat çekeni ağza takılan pamuklu maskelermiş. O zaman da toplantılar yasaklanmış, okullar tatil edilmiş, ulaştırma araçları arındırılmış. El sıkışmak bile yasaklanmış. Ne yapıldıysa engel olunamamış.
Ülkemiz bu kez Çin’den gelen yeni tip korona virüs salgını ile uğraşıyor. Okullar tatil edildi, eğlence mekânları kapatıldı, sinema, tiyatro ve konser etkinlikleri iptal edildi. Ulusal çapta tüm toplantı kongreler iptal edildi. İtalya’dan gelen ölüm haberleri internet üzerinden ciddi bir korkuya sebep verdi, halk panik halinde marketleri yağmaladı. ‘Kolonya virüsü öldürür’ deyince uzmanlar, dezenfektan ve kolonya fiyatları fahiş düzeyde arttı. Artık zabıta, bu fahiş artış yapan iş yerlerini araştırmaya başladı. Her konuda olduğu gibi arabesk bir önlemler dizisi ve göstermelik göz boyayıcı önlemler alındı. Radyoda, televizyonda, gazetelerde birçok açıklama dinliyor, okuyorsunuz. Bazıları alanında yetkin, çok değerli uzmanların açıklamaları, bazıları ise konuyla tamamen alakasız, medyatik birtakım kişilerin açıklamaları. Mikrobiyoloji uzmanı isyan ediyor, ‘herkes bilip bilmeden konuşuyor’ diye stüdyoyu terk ediyor. Her şeyi bilen, her şeye maydanoz, her şeyin uzmanı kadrolu yalaka takımı yalan yanlış ülkeyi bilgilendirmeye devam ediyor. Dünya Sağlık Örgütü, Sağlık Bakanlığı ve mikrobiyoloji uzmanı olanların önerisinin dikkate alınması gerekiyor.
Karantina bulaşıcı bir hastalığın yaygın olduğu bir ülkeden, bir yerden gelen kişilerin, gemilerin, malların ve hayvanların geçici olarak bir yerde tutulup gözlemlenmesi biçiminde uygulanan sağlık önlemi. Bulaşıcı bir hastalığa maruz kalan şüpheli durumdaki insan ve hayvanları, hastalığın en uzun kuluçka devresine eşit bir süre kimse ile temas ettirmemek suretiyle alınan tedbirsel faaliyetlerin tümü, sağlık yalıtımı. Kelimenin kökeni İtalyanca’dır. Ekonomisi ticarete dayanan Venedik’e salgın hastalık bulaşmasın diye kentte gelen gemiler, 40 gün şehir açıklarında denizde beklermiş. Karantina kelimesi buradan geliyormuş. Toplu yapılan tüm etkinliklerin yasaklanması hasta olanların ve onlarla temas edenlerin karantinaya alınması çok önemlidir.
Umreden gelenler karantinaya alınması ve hepsinin örnekleri alınarak gözlem altında tutulması, virüs taşıyanların tekli odada ziyaret yasağı konularak tecrit edilmesi gerekiyor. Umreden gelenlerin yurtlara yerleştirilmesi, yerlerde hiçbir sağlıklı koruma önlemi alınmadan yemek yeme görüntüleri, tıbbi karantina kurallarına uygun değil. En az numune alıp çalışan ülkeyiz, numune değerlendirecek laboratuvar sayısı oldukça az. Kamu spotu ile bilgilendirme çok güzel olmuş, önlemler var ama yeterli değil. AVM açık, spor müsabakaları seyircisiz ama sporculara yazık değil mi? Kıraathaneler, çay ocakları, cafeler restoranlar açık. Ölümler başlar başlamaz sokağa çıkma yasağı dahil karantina tedbirlerine başvurmak zorunda kalınabilir.
Gençlere çok büyük görev düşüyor. Evde kalmaları gerekiyor. Açık havaya çıkabilir, kişisel sporlar yapabilirsiniz. Ancak kalabalık arkadaş gruplarıyla bir araya gelmek, toplu taşıma araçlarına binmek, sinemaya-konsere-alışveriş merkezlerine gitmek, yemeğe-içmeye gitmek kendilerini risk altına soksa da onlardan daha çok, riskli büyüklerine tehdit oluşturur.
Birçok ülkede ilk vakalar görülmeye başladıktan bir süre sonra vaka sayısında ciddi artış görülmeye başladı. Bizde de böyle olacağını öngörmek yanlış olmaz. Bir kişinin ortalama 2-3 kişiye bu virüsü bulaştırdığını farz edersek; 1 hafta 10 gün gibi bir süre sonra olgu sayısı hızla artacak.
Riskli (hassas) gruplar ise gerçekten ciddi bir risk altında. Bu grupta 60 yaş üstü olanlar, akciğer ve kalp hastalıkları bulunanlar, kanser hastaları, bağışıklık sistemini baskılayan tedavi görenler ve bağışıklık yetmezliği hastaları bulunuyor…
Özellikle yaş arttıkça ağır enfeksiyon ve ölüm riski maalesef çok daha yükseliyor. Bu nedenle bu grubun toplumda özellikle korunması gerekiyor.
Bu günler, kaybolan aile bağlarını yeniden kurmamıza fırsat olabilir. Ama televizyon izleme oranlarında artış, sosyal medya kullanımında fazlalaşma da yapabilir. Okuma alışkanlığı edinmek için; bu süre içinde kitap okumaya başlanmalı, okuyarak değerlendirilmelidir. Öpüşme, tokalaşma ve sarılma terk edilecek, herkes kişisel koruma önlemlerine dikkat etmelidir, kişisel temastan kaçınarak, dezenfektan, kolonya kullanımını artırarak.
El temizliğine çok dikkat ederek kalabalıktan uzak durmalıyız.
Tüm restoranlar, cafeler, kulüpler, spor etkinlikleri, sinema, tiyatro, konser, toplantı ve ibadethanelerden uzak durup evde oturup kitap okumalıyız.
Bu badireyi de atlatırız inşallah ama Sağlık Bakanlığı’nın önerdiği 14 altın kurala sıkı sıkıya uyarsak.
Mümkünse evden çıkmayın, toplu taşıma araçlarına binmeyin, alışverişe gitmeyin.
Tenha saatlerde temiz havada yürüyüş yapabilirsiniz, ancak arkadaşlarınızla, dostlarınızla bir araya gelmeyin birkaç hafta.