Psiklojide kaybetme korkusu olanların güven bunalımı yaşadıkları ve kuşkuların esiri olduklarını söylerler. Kaybetme korkusu diğer bazı korkularla birlikte seyreder. Bunlar genellikle, değersizlik, kendine ve insanlara güvenmemek, yetersizlik, suçluluk duyguları, sevilmeme, onay alamama, yalnızlık, çaresizlik şeklinde karşımıza çıkar.
Kaybetme korkusuna sahip olan kişiler genellikle yoğun bir kıskançlık ve kontrol etme duygusuna hâkimdir. O kişi karşısındakini kontrol ederse onu kaybetmeyeceğine dair güçlü bir inanç oluşturmuştur ve karşısındakinin her yaptığını kontrol etme çabası içindedir. Bu bazen öyle bir noktaya ulaşır ki yeterince takip edemediğini düşünerek iş dedektif tutmaya bile varabilir.
Sebepleri arasında en bilinen neden, anne ve baba tarafından yetiştirilme tarzıdır. Çocukluk yıllarında hayatın tehlikelerle dolu olduğu öğretilerek yetiştirilen kişiler, insanlara güven duymayı unutur. Sadece anne ve babaya bağımlılık gelişmiş olabilir. İleri yaşlarda yaşanan olaylarda, bu duyguların yerleşmesine etki edebilir. Kişilerde özgüven eksikliğinin olması, başkalarına bağımlı olarak yaşamalarına, dolayısıyla sevdikleri kişileri kaybetme korkusu hissetmelerine sebep olabilir. Bu düşüncelerin sürekli olarak kişide olması, ruh halini etkileyerek, kalıcı bir hale sokuyor.
Kişi henüz küçük bir çocukken oluşan bu duygu, yaş ilerledikçe kendini tekrar ile kişiye negatif duygular oluşturuyor. Bir kaç ayrılık -kaybetme- olayından sonra kişinin bilinçaltında kaybetme korkusu iyice gelişir. Bir süre sonra da duygusal ilişki yaşadığı her kimse onu kaybedeceğinden deli gibi korkmaya başlar. Korku çok güçlü bir duygu olduğu için de, sürekli korkulan olmaktadır! Kiminle duygusal bir ilişki içine girse, bir süre sonra onu kaybetmeye başlar.
Kaybetme korkusu insanı katil dahi yapar. Psikopat sevdası buna örnektir. William Shakespeare’in otello eserinde sevdiğini öldüren âşık psikoloji otello sendromu olarak bilinir. Anadolu da karşılıksız sevgili veya kıskançlık aşk cinayetlerinin en büyük sebebi ya benimsin ya kara toprağın diye özetlenen kaybetme korkusudur
Birey olarak kaybetme korkusu kadar toplumsal açıdan da kaybetme korkusu ciddi stres kaynağıdır. Korkunun gölgesi artık dünyanın üzerine düştü. En büyük korku kaybetme korkusu: İşini, paranı, evini ve aşını kaybetme korkusu. Teknoloji geliştikçe çalışanların boş vakitleri artmıyor. İşsizlik artıyor, çalışma saatleri artıyor. İşsizlik arttıkça iki kişinin işini bir kişi üstleniyor. Bu dayatmayı kabul etmeyen anında işini kaybedebilir, nasıl olsa o iş için sırada bekleyen işsiz çok.
Her geçen gün adaletsizlik daha da artarken başarısızlık cezalandırılıyor. Hayatta kalmak başarılı olmak zorunluluğu insanları hırslı bencil yarışmacı yapıyor. Kendi iktidarını güçlendirmeye çalışan hükümetler, halkı sürekli borçlandırıyor, yeni düşmanlar yaratıyor ve bu düşmanların pastanın büyümesini engellediğini söyleyerek çoğunluğu arkalarına alıyorlar.
Borcu olan bir insan, hayatının iplerini tek başına tutmuyor demektir. Kararlarının tümünde borçlarını göz önünde bulundurmak zorundadır. Borçlanan insan istikrar bozulmasın ister, mevcut düzendeki tüm farklılıklardan korkar, ihtimallerden bile gerilir. Devlet kasten mi bunu yapıyor? Hepimizi ev ve araba almak için borçlandırıyor? Bu bir yönetim şekli olarak mı kullanıyor? Yoksa iktidarının devamlı kılmak için mi borçlandırıyor ?.
Çünkü borçlu insan işi kaybetmek varlığını zenginliğini yaşam bırakmamak için kaybetmekten korktuğu için statükodan yana tavır alır. Emeği ile geçinen insan korkar, elindeki işini kaybetmekten, çünkü borçları var diye patronuna güce yönetime boyun eğer. Patronlar çalışanlarının borçlanmasını ister, mülktedirler ise halkın borçlanmasını teşvik eder.
Tek dünyalık varlığı bir makam koltuğu olan insanlar koltuğunu kaybetmemek için her şeyi göze alır daha saldırgan ve cevval olur. Mulis kibar bir insanını makam korkusu ile nasıl bir canavara dönüştüğünü yaşayarak görüyoruz sebebi koltuğunu kaybetme korkusu.
Muhafazakâr kitle ve cemaatler hayallerinde bile görmeyecekleri bir zenginliğe kavuştu o nedenle kazanımlarını korumak için iktidara sıkı sıkıya sarılırlar. Tüm ahlaksızlığına yolsuzluğuna kirlenmişliğine rağmen desteklerler sebebi kaybetme korkusudur.
İktidarı kaybetme korkusu yöneticiyi daha otoriter müdahaleci kuşkucu hatta diktatör yapar. İktidarı kaybetme korkusu, iktidar sahiplerine bizzat devlete, hūkūmete baǧlı gūçleri bile gözetletir. Bu, Foucault’nun ‘gözetleyenlerin gözetlenmesi’ dediǧi olgudur. İktidarın bir parçası olan gūç sahibi kişiler, bir sūre sonra kaçınılmaz bir biçimde onun kurbanı olurlar. Gözetleyenler gözetlenirler, hapsedenler hapsedilirler. ‘İhtilal evlatlarını yer.’ derler. İktidar da evlatlarını yer. En kötūsū ise ayaǧındaki, beynindeki ve boynundaki hegemonik zincirlerinin şakırtısından mutlu olup, ūstelik bununla gurur duyanların çoǧunlukta olduǧu bir dūnyada yaşamaktır. Çūnkū Goethe’nin dediǧi gibi, 'En ūmitsiz kölelik kendini özgür sandığındır."