KENDİNİ BİL… BİLMEDİĞİNİ BİL!

H. Nurcan YAZICI

Akıllı ve erdemli insan için inancının gereği, mensup olduğu topluluğun menfaati, şahsi menfaatlerin önündedir. Lakin kişinin bunu bilmesi, ihtiyatlı olması yetmiyor. Bazen tutkular, zayıflamış irade, toplumda oluşan kirlilik ve yanlışların doğru olarak kabulü, insanları yanlış yönlendirebilir ya da baştan çıkarabilir. Eğer kişi kendini bilmez, kendi üzerinde sağlam bir hâkimiyet kuramazsa, toplumda oluşan kirliliğin bir parçası olacak ve yükümlülüklerini yerine getiremeyecektir.

İmam Ali (a.s)

"Kendini ve kendi değerlerini tanımayan insanın tehlikesi korkunçtur, kendinizi ondan koruyun." diye buyuruyor:

Gandi diyor ki, “Ben Hindistan’da olan kültür ve medeniyet adlı bütün kitapları inceledim. Ve şu neticeye vardım ki en büyük tanım, kendini tanımaktır."

Kendini tanımak; adını soyadını bilmekten ibaret değil elbet.

Değerli okurlarım burada anahtar cümle; kişinin kendini, özünü (var oluş nedenini) bilmesi ve tanıması… Kendi değerlerinin, yetenek ve potansiyelinin farkına varması. Bu aynı zamanda, ulaşabileceği en yüksek düzeydir.

Kim olduğunu bilmiyorsan, kendin olabilmen mümkün değildir..."

İnsan kendini tanıdıkça, istek ve gereksinimlerini, güçlü ve zayıf yönlerini, amaç ve değerlerini, yetenek ve becerilerini daha iyi bilir, kendi doğrularını oluşturur. Bu da kişinin akılını yönetmesi ve gerçek özgürlüğe ulaşması demektir.

VAR OLUŞ NEDENİNİ unutmuş, kendi olamamış insanlarda erdemli duygular barınmaz. Menfaatleri ne istiyorsa, yolu o dur! Karakter yapısı, ruhu, vicdanı, aklı ve de doğruları girdiği topluma göre şekil alır.

Ne kirli bir durum, ne tehlikeli bir gidişat değil mi?

“Hikmet verilene ise muhakkak ki birçok hayır verilmiş olur. Bunu ancak temiz akıllılar anlar.” Bakara (2/269)

Sadece kabiliyetlerimizi ya da var oluş nedenimizi değil, duygularımızın derecesini, acılar karşısında nasıl davranacağımızı, yanlışa direncimizi, sevgiye olan inancımızı da dikkate almak zorundayız.

“İnsanın en kötü durumu, kendini bilmez ve yönetemez olduğu zamandır.”/Montaigne/

Dünya ve siyaset alanı artık, ilkesiz ve kimliksiz insanlar üzerinden ilerliyor… İnsanlar kalplerinden, duygularından ve algılarından yönetiliyor ve de esir alınıyor.

Bu yüzdendir ki, Allah bizi “Kalb kayması”na karşı uyarıyor.

Al-i İmran Suresi 8’inci ayet şöyle der: “Ey Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme, saptırma, kaydırma. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.”

«Kendini bil ki, Rabbi’ni bilesin»

İnsanın gerçek manada varlık âleminin özü olduğunu bilmesi, değerlerinin, inanç ve düşüncelerinin farkına varması, yüklendiği emanetin gereğini yapması gerekir. Buna insanın “Kendi Hakikatini Bilmesi” diyoruz. Bu da insanın ulaşabileceği en yüksek düzeydir.

"Bu Âdem dedikleri, el, ayakla baş değil,

Âdem manaya derler, suret ile kaş değil." Kaygusuz Abdal

Bilmesi gerekeni (kendini) bilmeyen, bilmediklerini de (kendine) dert edinmeyen insanların gayesi boştur. Hem de bom boş!

Sözün özü; Neyi ne kadar bilirsen bil ama önce kendini “yaşamının manasını” bil!