Bir önceki yazımda “Şimdi aklımızı başımıza almanın zamanı” demiştim. Aklımızı başımıza almadığımız görüldü. Başlarken belirteyim, kimseyi suçlamıyorum. Kimileri gibi AKP ye oy verenleri yermeye de kalkışmayacağım… Kimse benim gibi düşünmek zorunda değil.
En akıllımız bile sıradan üç kişi tarafından dolandırılabiliyor. Anadolu’da milyonlarca insanımız yılların şartlanmışlığı içinde adeta cendere içinde tutuldu, tutuluyor. Çankırılı da olsa pek çok okumuş yazmış kişi kendi doğrusunun dışında doğru bilmez durumda bulunuyor. Bir de “Bana dokunmayan yılan…” söylemi var ki, tam tamına akıl bağı…
Daha önce de yazdım, gerçek mi değil mi bilemem ama şöyle bir olay anlatılır… Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkmış. Otomobille Anadolu içlerine doğru geliyor. O arada bir çiftçinin yol kıyısında çift sürdüğünü görür. Paşa durur ve çiftçiyle söyleşir.
“Kolay gelsin” der “Bakıyorum, düşman ülkenin yarısını işgal etmiş, İstanbul bile elden gitmiş. Sen işinde gücündesin…”
Çiftçi kardeş paşaya şu yanıtı vermiş:
“Benim tarlamın sınırı aha şuradan başlıyor. O senin düşman dediklerin şu çiziden içeriye adım atmamışsa ötesi beni ilgilendirmez.”
Dediğim gibi, gerçektir değildir böyle bir söylem kayıtlarda var. Şimdi ülkemizde her beş yetişkin kişiden ikisi bu çiftçinin görüşünü sergiledi. Her beş kişiden ikisi ülkede göz göre göre işlenen suçları görmedi, işitmedi, duymadı.
Kendi çocuğu üniversite bitirdi, mühendis çıktı, otuz yaşına yaklaştı işsiz… Ama bu “Nasıl oluyor” diye düşünmedi. Televizyonlarda kimi proflar akıl hocalığı ediyor. Benim vatandaşım kafasını kurcalayan konularda sorular soruyor. Seçim günüydü. Vatandaşın sessinden dinledim: “Kocam namaz kılmıyor, ne yapabilirim?” diye soruyordu.
Şimdi bu satırları okuyan her beş kişiden ikisi benim için “Dinsiz” der çıkar.
Böylece soyguna, vurguna gözcülük etmiş olur. Benim dinime zarar gelmez korkmayın.
Gören gözlere, işiten kulaklara göre olaylar o kadar açık ki, bu açıklığı görmezden gelmenin bir geçerli nedeni bulunmalı. Halk arasında bir takım söylemler biliyoruz. Bunları dilediğiniz gibi yorumlayabilirsiniz. Ama insaf çizgisinden, vicdan çizgisinden uzak kalmamak esastır.
Diyorlar ki, “Kimsenin karasını yüzüne vurmayın. Her koyun kendi bacağından asılır.”
Ve daha niceleri… Oysa kişinin kendisinde başlayan ve sadece kendisini ilgilendiren bir karası varsa, o beni ilgilendirmez. Sözgelimi karısıyla kavgalıysa bunu mahalle kahvesine taşımam. Ya da poposundan köpek ısırdı da kahveye geldiğinde oturamıyorsa bunu açığa vurmam. Ama adam köyün ortak arazisini satmaya kalkıştıysa nasıl susarım.
Suça bulaşmamak için saçma sapan örnekler veriyorum, anlayıverin gaaariii…
Sınırlarımızdan iki bin TIR kamyonu dolusu bir şeyler gönderiliyor. Kime yollamışız…
O arkadaşlar “Biz bir şey almadık” diye çırpınıyorlar.
Bu ülkenin jandarması ve savcıları TIR larda silah buluyorlar. Dökümünü çıkarıyorlar. Fotoğraflarını çekiyorlar. Bunları yollayan kudret jandarmayı da, savcıları da hapse atıyor. “Yolladıklarım silah değildi” diyor. Benim ülkemde yetişkin her beş kişiden ikisi olay yerinden yüzlerce kilometre uzakta oturduğu kahveden sesleniyor:” Heee silah değildi…”
Kusura bakmayın ama, ben bitirememiş olmakla birlikte Hukuk Fakültesinde okumuş biriyim. Geçmişte zina suçunun ispatı işte böylesine zor idi. Bir kadınla bir erkek anadan üryan olarak bir otel odasında basılsalar bile zina suçunun gerçekleştiği kesinleşmiş olmuyordu. Daha ilerisi aranıyordu… Biz biraz da böyle bir anlayıştan geliyoruz.
Ancak çocuk doğduğunda zina ihtimali kuvvet kazanırdı. O zamana kadar da “Ya çocuk başkasından ise” seçeneği devreye girerdi. Çocuk askere alınırdı ama suçluya bir şey olmazdı. Sonra da bilindiği üzere zinayı suç olmaktan çıkardılar.
Zamanla soygunlar da suç olmaktan çıkarılırsa kimse şaşırmasın.