Salgın yüzünden uzun zamandır evlerimizdeyiz. Daha önce yaşamadığımız bu tecrübeyi kişisel ve toplumsal olarak ilk kez karşı karşıyayız. Bu durum her açıdan sıkıntılı ancak bir yanıyla da kişisel ve toplumsal tepkilerimizi test etmiş oluyoruz.
Hastalık, ölüm, yakınlarımızı kaybetme ve geçim kaygı/korkusunu yaşamamız çok doğal. Bunlarla başa çıkmak için herkesin kendini rahatlatacak yöntemi uygulaması önemli. Kitap okuma, müzik dinleme, meditasyon, namaz, dua vs. sizi rahatlatan her neyse onları uygulayın.
Salgınla ilgili haberler hem medya hem de sosyal medyada 7/24 söylenip yazılıyor. Bu da kaygı seviyesini artırıyor. Salgına biraz yabancılaşmak zorundayız. Arada sırada bu tür haberleri izlemeyi bırakıp sinema filmi, dizi, belgesel, konser vs. programları izlemek bize “zihnen” nefes aldıracaktır.
Evde fazla kalanlar gelecekte bir tür agorafobi (açık alan korkusu) yaşama tehlikesiyle karşı karşıya. Ben de uzun zamandır evdeyim ve sokağa çıktığımda bir tür tedirginlik yaşadım, aynı tedirginliği yaşayan başkalarının olduğunu da biliyorum. 65 yaş altının açık havayla bir şekilde bağını koruması gerekiyor. Bunun için balkona çıkma, pencereyi açıp dışarıyı seyretme seçenekleri var. Direk sokağa açılmayan uygun apartman kapılarının önünde (gereken önlemleri almak kaydıyla) bir süre dışarı çıkıp gelip geçen insanları ve çevreyi seyretmek de bu riski azaltacaktır.
Sokakta gezenler karşıdan gelen ya da yanından geçip giden insanları potansiyel tehlike, hatta tabiri uygunsa “düşman” gibi görüyor. Kimse birbirinden farklı değil ve aslında herkes diğerinden korkuyor. Şunun farkına varmalıyız; bir insan sokaktaysa ya çalışmak zorundadır, ya alışveriş yapmak zorundadır ya da gerçekten önemli bir nedeni vardır. Kendimizin neden sokakta olduğunu düşünecek olursak aslında birbirimizden farkımız olmadığını görürüz. Kimse kimsenin düşmanı değil. Uzmanların sözünü dinleyip önlem almak kaydıyla tehlike düşük. Ben de sokağa çıkma yasağını destekleyenlerden biriyim ancak iktidar halkına 2 hafta bakamayacağını uygulamalarıyla göstermiş oldu. Bazılarımız maalesef çalışmak ve ihtiyaçlarını gidermek zorunda.
Salgın bir gün bitecek. Üretim ve sosyal hayat yeniden başlayacak ve insanların, ailelerin ciddi anlamda psikolojik desteğe ihtiyaçları olacak. Devletin elinde buna cevap verecek yeterli sayıda merkez ve uzman yok. Birçok insan özel danışmanlık merkezlerinden hizmet almak durumunda kalacak. Devletin üretim ve sosyal hayat normale döndükten sonra en azından bu konuda vatandaşlarına destek olması, danışmanlık merkezleri ve konuyla ilgili derneklerin de başvuracaklara gereken kolaylığı göstermesi gerekir.
Bizden uzakta yaşayan 65 yaş üstü tanıdık ve akrabalarımızın şu süreçte herkesten fazla desteğe ihtiyaçları var. Ölüm korkusunu hepimizden fazla yaşıyorlar ve önemli kısmı evde tek başlarına. Onları mutlaka her gün aramalı, hatırlarını sorup sohbet etmeliyiz. Bir kısmı gençler tarafından hırpalandı. Yalıtıldılar ve evlerinde ölüm korkusuyla yaşıyorlar. Bir “alo”ya en çok ihtiyaç duydukları günlerdeler.
Tabi bu "alo"nun denebilmesi için telefonların açık olması gerekiyor. Ancak GSM operatörleri halen hayat normal akışındaymış gibi davranıyor ve faturası ödenmeyen telefonları kesiyorlar. Faturalara fahiş açma/kapama bedelleri yansıtmaya devam ediyorlar. Bu tutum yaşadığımız şartlarla hiç bağdaşmıyor.
Toplumda yanlış bir kanı vardır. Biri bedensel bir sorun yaşadığında (genellikle sindirim sorunları, ağrılar, boşaltım sorunları ve yeme bozuklukları –obezite, nervoza ve blumia-) tıp bunlara bazen "metabolik değil, psikolojik" tanısı koyar. Biz de "psikolojikmiş" diyerek konuyu hafife alır, üzerine düşmeyiz. İç dünyamızda yaşadıklarımız ve geçmiş tecrübelerimiz bedenimizden taşacak hale gelmişse bu durum şakaya gelmez! Salgın sona erdikten sonra özellikle alerjik olmayan kaşınma, bağırsak ve sindirim sorunları artacak ve önemli kısmı psikolojik kökenli olacak. Bu sorunları yaşarsanız ve doktorunuz psikolojik kökenli olduğunu söylerse konuyu sakın hafife almayın, psikolojik destek için başvurun.
Ne yazık ki kişisel, ailevi ve toplumsal olarak "güvende olma ve devlete güven duyma" duygu/düşüncesinden uzaklaştık. Bu da bize kendimizi zayıf hissettiriyor, tehlikede olduğumuzu düşünüyoruz. Toplumsal kimyamız bu süreçte zarar gördü. Kaygılarımız, korkularımız, acılarımız ve öfkemiz iç içe geçti. Bedensel sağlığımız kadar psikolojik sağlığımız da tehdit altında. Toplumsal ruh halimiz iyi değil. Bu günleri dayanışmayla, kurallara uyarak ve sevdiklerimize destek vererek aşacağız. Birbirimize her zamankinden fazla ihtiyacımız var. Yazımdaki önerilere kulak verirseniz hayat hepimiz için daha kolaylaşacak. Sükûnet, sabır, kurallara kayıtsız şartsız uyma ve umut… Sanırım sorunların yine biz bize üstesinden geleceğiz. Tıpkı Marmara depreminde olduğu gibi.