Bildiğiniz gibi 12 Ağustos 2012 Pazar öğleden sonra özellikle Marmara’da çok ani ve şiddetli Bir fırtına çıktı hatta Marmara Ereğlisi yakınlarında fırtınanın ortasında kalan küçük bir uçak düştü ve iki yurttaşımız hayatını kaybetti.
Fırtınanın geleceği Pazar sabah saatlerinde belli idi hatta hafta sonu için bulunduğumuz Silivri’deki yazlık mekan da cumartesi gecesi denizden anlayanlar sahil gezintisinde bizlere:
-Yarın çok şiddetli bir fırtına olacak,dediler ve denizdeki küçük teknelerin sahile çekilmesini tavsiye ettiler. Kimileri dudak büktü,”Bu adamlarda her şeyi bilir “diyerek tavsiyeyi küçümsediler.Bazıları da teknelerini geceden sahile çektiler.
Sabah gri bir güne uyandık, hava hafif serinlemişti. Erkenden sitenin orta yaşlı emekli müdavimleri denizlerine girmişler, yürüyüşlerini yapmışlardı. Bunlardan biri Sadettin Bey bana; ‘’Hava serinledi ama deniz sıcak ve güzel hadi sende gir’’ dedi.
Bizler 10-10.30 gibi balkonda otururken sitenin deniz aşığı iki genci Murat ve Ercan heyecanla, ellerinde takımlar ve benzin deposuyla sahile yürürken bana “Hey ihtiyar hadi balığa ama sende o yürek bu havada korkarsın’’ şeklinde laf attılar.
- Çocuklar bence çıkmayın! Hava patladı patlayacak dedim.Murat;
- Merak etme annem de babam da aynısını söyledi. Allah’ın izniyle bir şey olmaz dediler ve sahile yöneldiler.
Saat 12.30 gibi hava iyice kararmaya başladı ve balığa çıkan çocukların aileleri sahilde cep telefonları ile onlara ulaşmaya çalışıyorlardı. Bulunduğumuz bölgede yıllardır cep telefonlarının kısıtlı çekmesi gibi bir soruna cep telefonlarının kapalı olması eklenince aileler haklı olarak giderek artan bir dozda panik yapmaya başladılar. Bu arada sahil dekiler için endişeli bekleyiş başladı. Bir keşmekeş ve sorundan pay çıkarma kaosu yaşanıyordu. Ama durumun bana en ilginç gelen tarafı toplananlar arasındaki ikili üçlü sohbetlerdi. İşte bunlardan birkaçı;
- Bakar mısınız ani bir fırtına, insanın doğa karşısındaki zayıflığını açıkça nasıl gösteriyor. Baksana panik halindeyiz
- Allah yardımcıları olsun beklemekten başka çaremiz yok
- Akşam Hüseyin bey söyledi bu gençlerin kanı kaynıyor neden söz dinlemez bunlar bak anneler babalar perişan
- Anne baba bence ilgisiz nasıl izin veriyorlar. Ben olsam iki tokat patlatırım
- Hava patlarsa rüzgar onları kuzeye atar işleri çok zor
- Acaba sahil güvenliğimi arasak
- Teknedekiler gençmiş vah! Vah!
- Askerliklerini yapmış olsalardı böyle başlarına buyruk olamazlardı
Yukarıdaki gibi değişik onlarca yorum ve yaklaşım… Hani bir trafik kazası veya bir yangın için toplanan kalabalık arasındaki yerli yersiz konuşmalar içinde bir tek vakanın direk muhatabı olanların içi acır ve endişe sahibi onlardır ya. Anne ve babalar giderek sıkıntılı bir halde oradan oraya koşturuyorlar ve soğukkanlılıklarını kaybediyorlardı. Bir ara yanlarına yaklaştım ve bölgede büyük tekne sahibi olan Selim beyin cep telefonunu bilip bilmediklerini sordum.
-Bekçi Hasan’da mutlaka vardır dediler.Cepten Hasan’ı aradık.Eşi:
- Bütün gece sahilde teknelerin karaya çekilmesine yardım etti ve orucun etkisiyle de uyuyor dedi. Hemen Kalkıp sahile gelmesini söyledik.
Hasan 5 dakika içinde sahildeydi ve acilen Selim beyi aramasını istedik. Selim beye ulaştık. Denizde olduğunu ve gençleri gördüğünü hatta uyardığını söylemiş. Hasan kendisine ailelerin çok kötü durumda olduklarını onları acilen karaya çıkmaları konusunda tekrar uyarmalarını söyledi. Birkaç dakika sonra selim bey gençlere tekrar ulaştığını gençlerin “Selim abi bir şey yok ne panik yapıyorsunuz, üstelikte biz kendimize yeteriz” dediklerini aktardı. Selim bey “ÇOCUKLAR İŞİN CİDDİYETİNİN FARKINDA DEĞİLLER.Anneye babaya bir sor bakalım ZORLA Getirelim mi ?”demiş
Bekçi Hasan bunları aktardı. Murat’ın babası:
-Benim oğlum işini bilir onurunu kırmayalım bekleyelim derken ,Ercan’ın annesi iki göz iki çeşme ağlayarak:
-Getirsinler oğlumu ister rızasıyla ister zorla dedi.
Hasan’a göz ettim bir kenara çektim ve Selim beyle birde ben konuşayım dedim ve ondan zorla veya isteyerek çocukları getirmesini rica ettim. “Tamam” dedi.Beklemekten başka bir şey kalmamıştı.
Bu diyaloglardan birkaç dakika sonra müthiş bir rüzgar ile sahildeki şemsiyeler ve şezlonglar yerlerinden havalara uçuştu ve çok şiddetli bir yağmur başladı. Denizdeki tekneler fındık kabuğu gibi oradan oraya savruluyorlardı. VE HAVA PATLAMIŞTI.
Kendimizi güçlükle koruyarak mecburen sahilde beklemeye devam ediyorduk. İşin ilginci onlarca konuşandan fikir beyan edenden hiçbiri SAHİLDE KALMAMIŞTI. Fırtına çok bilen çok konuşan kalabalığı dağıtmış. Doğa kendi diliyle ortak dedikodu ve sohbete son vermişti. Çoğunluk korkuyla kendi yaşamlarına ve dar dünyalarına geri dönmüştü. Sadece acı sahipleri ve onların dostları fırtınanın ortasında kalmışlardı.
Birkaç dakika sonra Selim beyin teknesi bata çıka birkaç yüz metreden göründü. Fakat koca tekne zorlanıyordu ve çocukların teknesi görünmüyordu. Biraz yaklaşınca burundan birinin hayal meyal el salladığını gördük ve biraz daha yaklaşınca bunun Murat olduğunu anladık. Sonrada Ercan el salladı.
Kıyı sığ olduğu için tekne yanaşamadı. Ercan ve Murat 30 -40 metre açıkta denize atlayıp zorlukla kıyıya yüzdüler. Anneleri üşümüş çocukları bağırlarına bastırdılar, bir taraftan da ağlıyorlardı. Selim bey tekneden bağırdı:
-Beni beklesinler! Dedi.
Sorgu başladı. Teknenin alabora olduğunu, Selim beylerin attıkları iplerle zorlukla tekneye çıktıklarını anlattılar. Az sonra Selim beyde geldi ve Murat’a dönerek :
-Delikanlı ne oldu denizi iyi tanıyordunuz zamanında dönmediniz dedi ve devam etti:
“Biz insanlar sürekli her şeyi en iyi kendimizin bildiği varsayımıyla yanılgılar içinde yaşarız. Kimseyi dinlemeyiz. Ama bir denizci bu yanılgılar içinde olursa hem kendi yaşamını hem de teknedekilerin yaşamını tehlikeye atar. İyi bir denizci aynı zamanda ön yargılardan arınmış, aklını kullanabilen biride olmalıdır. Çevresini gözlemleyerek dümende oturur. Önüne çıkan koşullara uyum ve doğanın gerçeklerine saygı gösterir, dümenini rüzgara göre düzeltir. Mücadele eder ama hisleriyle değil aklıyla.”
Selim bey bunları söyledikten sonra Delikanlıların anne ve babalarına döndü ve dedi ki:
-Bu inatçı gençlere bir ceza vermek istiyorum, izin verir misiniz?
Anneler ve babalar çocuklarının neredeyse hayatını kurtaran insana gönül borçlarını böyle bir şekilde ödemeye razı oldular. Belki de kendilerinin veremeyecekleri cezayı birilerinin vermesi hoşlarına gidecekti.
Selim bey yüksek sesle çocuklara “Denize doğru döner misiniz?” dedi. Çocuklar döndüler.Bir tekme Murat’ın poposuna bir tekme Ercan’ın poposuna vurdu ve son söz olarak yüksek sesle şöyle seslendi:
“Gençler! rüzgarın yerine bizim dışımızdaki doğa gerçeklerini, yaşamın kendisini veya başka bir deyişle bizim hayatımızı yönlendiren etkenleri, faktörleri. Tekne yerine ise kendimizi koyup düşünebiliriz. Bu uyumu ve birlikteliği sağlayabilirsek mutlu, sağlıklı bir yaşantımız olur. Başkalarına da zarar vermeyiz. Temennim bu basit olaydan ders çıkarmanız. Çünkü; Bu bedel her zaman bugün ki kadar ucuz olamayabilir. YOLUNUZ AÇIK OLSUN.”
Bu olaydan sonra Murat ve Ercan’ın yaşamlarında yeni bir sayfa açacaklarını ve her şeyin ama her şeyin önce kendilerinden başladığını ve her sürecin hangi iş veya eylem olursa olsun sağlıklı devamının kendilerini sorgulamakla, akıl süzgeçlerinden geçirmekle gelişeceğini anlamış olmalılar diye umut etmek istedim.
Ne dersiniz umut edeyim mi?
Ya da şöyle sorayım bu gerçek olay karşısında nüfusumuzun kaçta kaç ta kaçı onlar gibi davranırdı? Selimler her zaman olamayabilir. Ya da Selimlere neden gereksinim duyalım. Dünde Bugünde tartıştığımız konu bu değil mi?
Niye patlayacak denize çıkalım?
Niye birileri tehlikeyi göstererek popomuza tekme atsın?
Ne Selimlere ihtiyaç duyulsun ne de bizler kendimizi bile bile fırtınaların içine atalım. Yaşantımıza Selim’lerin yerine Aklı selim galip gelsin.
Bu son paragraftan dolayı çok geniş bir açılımda her okur farklı bir yorum içinde bulunabilir, Selimleri yeniden tanımlayanlar kolaycılıkla onlara görevler yüklemek isteyebilirler. hatta onlarsız bir hayat düşünemeyebilirler. Ancak şunu kesinlikle teslim etmeliyiz ki: geçmişlerimizdeki tecrübelerimizle ve öğrendiklerimizle yapacağımız her yeni ve farklı yorum zenginliğimiz aynı zamanda yarınlarımızdır. Yeter ki yeni bir şeyler söyleyebilelim. Mırıldanmak bile kabulümüzdür. Çünkü bugün mırıldayan yarın mutlaka konuşacak ya da konuşmaya çalışacaktır.
Konuşan bir ülke ise kendi eleriyle hızla özgürlüğünü hazırlayacaktır
Yarınlar bayram tadında güzel olsun!