Eğri bir hançerin ciğerlerine sokulmasından çok önceleri, naif ve doğa orijinli bir yaşama sahip olan Proto-Türk atalarımızın yaşamlarını okudukça ve öğrendikçe hayran olmayı sürdürüyorum.
Şimdiki inanç silsilemde yer eden özgün aykırılıklarımın kökenini de bu sempati teşkil ediyor hiç şüphesiz.
Göçer toplumların hafızasında yer etmiş figürlerin sağlamlığı karşısında, saygıyla eğilinmesi ve korunması gerekirken,
Karlı dağların süslediği, ortasından pırıltılı suların aktığı yeşil otlakların doğurduğu, ışık saçan ibadetleri bırakıp, yoklukların ve nefretlerin kum denizlerinde doğan inanışlara dizini kırmak... Yana yakıla kül olduğum noktadır.
Kapoz, Erlik, Al bastı, Karabasan gibi korkulanlara isim verip yüzleşecek kadar kabullenilmiş bir cesareti sergileyen,
Alevden saçları olan cadı Mayısa'ya karşı evin temelinde yaşayan koruyucu yılan İye'yi koyan,
Ölü ya da yaşayan insanları üzen kötü ruh Hunkur Munkur'a karşı, yürüdüğü her yere mutluluk veren Sarı Kız'ı getiren,
Her şekle girebilen, korku veren bir yaratık Çarşamba karısı ve Karakura'ya karşı ise Yo Kan gibi koruyan, kollayan ruhlara yer açan pratik bir aklın, keskin enformatif zekasına sahip olan bir ulusun,
Kötülüğe, nadanlığa ve iki yüzlülüğe meydan okuyan ritüeller, Nazar boncuklarını, kurşun dökmeleri, çaput bağlamaları uygulayacak kadar da hayatın içinde yer alması ne kadar normal gözükse de, binlerce yıllık kazanımlarının değerini tam olarak idrak edememesi o kadar şaşırtıcı ve üzücü.
Dilek, yemin, şifa, yağmur amacıyla kutsanan taş tuhuna,
Gök Tanrı’ya yakınlaştığını hayal ettiğin dağ ruhuna,
Temizleyici ve kötü ruhları kovaladığına inandığın Ateş ruhuna,
Her şeyin başı ve anası olduğuna şahit olduğun Su ruhuna
inanıp,
Dağın, taşın, şırıldayan çayın, kanat çırpan kuşun, aldığı nefesin kıymetini bilen bireyler olarak kalmak varken, ilkel mutasyonların ellerine teslim olmak, kayıp giden bir gök taşı gibi arkasından bakılası oluyor çoğu kez.
Yayık ve insanların koruyucusu At gözlü Suyla,
Ülgen’in elçisi Utkuç,
Yiğitlere iyi düşünceler veren Urun ar Toyun,
Denizlerin, suların hakimi, ölülerin koruyucusu Talaykan,
Doğurgan dişi tanrıça Ak Ene,
ve halkların çoğalmasıyla ilgilenen tanrıça,
çocukların ve hamile kadınların koruyucusu Umay.
Her cümlesinin başına kadına hürmeti, çocuğa sevgiyi ve atalarına saygıyı koyan güzeller güzeli bu öz kültürün, bizi biz yapan fenomenlerin yitişine, yakılan ağıtlarını kim söyleyecek şimdi.
Ne talihsizliktir ki,
Yaşadığı her anı kontrol edip içinde yer alan, olan biten her şeye şahitlik ederek kendi yolunu çizen bir güzel toplum yapısından çıkıp, karanlıkçı, yasakçı, bilinmezci, dediğini yapmazsan cezalandırıcı, yaparsan ödüllendirici,
evrensel bir geri kalmışlık retoriğine teslim oluş gerçekleşmiş!..
Her şeye can ve ruh atfeden, saygı duyan, sevgi besleyen, insan olarak da evrende yerini bilen ve doğayla bütünleşen Animizme inanma şansını yakala ama sonra gidip!..
Hayatı yönettiğine şüphe duymadığımız Gök Tanrı'nın çocukları olduğumuz zamanlar elbette çok mutlu, gururlu ve onurlu bir Budunmuşuz.
Uçarak gelen bir koyun fikrinden uzak durup, beyaz bir atı ona kurban verirken, en değerli şeyimizi feda edebilen bir sadakate sahipmişiz!..
Hasılı kelam; Her kimliğin kendisine olan içsel muhabbetine saygı duyan bir hümanizma içerisinde, ben sadece bizi konuşuyorum kendimle!..
Yıldızların üzerinde yaşayan Ülgen'i aradıkları, pırıltılı semalara bakarak gece gibi gülümseyen bozkır insanlarının mütevazı yüreklerine olan hasretli aşkım,
Damarlarımda süzülen ve her türlü şovenizmden, ırksal kibirden arınmış Türk kanını, Ötüken çayırlarına sessizce yayılan dingin bir ırmak gibi huzurla akıtıyor.
Bu kadarı da bana yetiyor!..