Bu saatte nedir bu, nereden çıktı durup dururken?
Hiiiçç! İçimden geldi.
http://dunyalilar.org/chenin-intikamini-alan-kadin-monika-ertl.html
İlgili linkteki yazıyı okurken,
Düşündüm de acaba, Bolivya Devlet Başkanı da
'Paralel Devlet' iddiasında bulundu mu?
...
1970'li yılların ilk yarısında 'Kontrgerilla’ 90’lı yıllarda ‘Derin Devlet’
2013 sonlarında da ‘Paralel Devlet’ kavramlarıyla tanıştı bu ülkenin insanları.
Zamanın Başbakanı Bülent Ecevit Rahmetli,‘Kontrgerilla’ tabirini Türkiye’de ilk kullanan Devlet Adamıydı, şöyle ki;
26 Eylül 1974'te, Giresun'da yaptığı bir konuşmada şu ifadeyi kullandı:
“12 Mart sonrası dönemde adı sanı ortaya çıkan ve tedbirlerin ve hatta soruşturmaların hukukiliğine ve insaniliğine gölge düşüren Kontrgerilla adlı örgütün, bu resmi görüntülü fakat gayriresmi örgütün niteliği ve amacı üzerindeki örtü kaldırılamamıştır.” (wikipedia)
O dönemde sol kesime karşı verildiği iddia edilen ve bugünkü tabirle ‘üç fidan’ın idamıyla sonuçlanan 12 Mart Muhtırası’nın verilmesinden sonra, yine bugünkü tabirle ‘Askeri Vesayet’ altında bulunan ülkede bu gibi kavramları kullanmak kolay değildi. Bu, kamuoyunda çeşitli tartışmalara yol açtı, hatta o zaman sol kesimler tarafından MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş bile ‘Kontrgerilla’ olmakla itham edildi.
Sonrasında 12 Eylül Darbesi her şeye noktayı koydu. 392sanıklı MHP Davası yaklaşık altı yıl sürmüş, neredeyse bin sayfalık iddianamede ‘ülkeyi kargaşa ve içsavaş ortamına sürüklemek’ dâhil bütün suçlar atfedilirken ‘kontrgerilla’ olarak yargılanmamışlardı.
Aradan yıllar geçti ve 1996 yılında ‘Susurluk Skandalı’ hadisesi yaşandı. Hani şu, ‘Kamyon Çarptı’ olayı. Tabii işin içinde 1978’de Ülkücü Gençlik Derneği Başkanı olan Abdullah Çatlı, polis şefi Hüseyin Kocadağ ve milletvekili Sedat Bucak olunca hemen ‘, "devlet, siyaset, mafya" üçgeni kuruluverdi ve olay gene MHP’ne yüklenmeye çalışıldı. Dönemin Başbakanı Necmettin Hoca “fasa fiso” olarak nitelendirirken kamuoyunda ‘Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık’ eylemleri yapılıp, akşamları saat 21’de ışıklar söndürülüyordu.
Bu olaylarla birlikte insanımız her ne kadar bazı kesimler tarafından bilinse de kamuoyunda bilinmeyen ‘Derin Devlet’ kavramıyla tanışıyordu ve bu tabir milletin hafızasına, 90’lı yılların ilk yarısında tanıştığımız özel televizyonlar ile çoksesli medya tarafından gerek açık oturumlar, gerekse haber yorumları vasıtasıyla kazınıyordu. PKK terörü almış yürümüşken, Şehit Asker ve Polislerin cenazeleri üçer beşer kaldırılken, 28 Şubat süreci yaşandı. Milli Güvenlik Kurulu bildirisi tarihe geçti ve dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya 'İrtica, PKK'dan daha tehlikeli' açıklamasını yaptı. Yaşasaydı, muhtemelen o da sonraki yıllarda ortaya çıkarılan ve yıllarca sürüp gereksiz tutukluluklarla devam ettirilen ve hiçbir zaman tasvip etmediğim ama adı ‘Ergenekon’ olarak kamuoyuna yansıtılan ‘Ümraniye Olayları’ davasında yargılanıp ceza alacaktı. Aynı, ‘Bebek Katili’ni getiren Komutan dâhil, Kürdistan(!) sevdasında olan PKK’ya en ağır darbeleri vuran diğer Komutan’ların yıllarca aldıkları cezalar gibi!
Yine aradan yıllar geçti ve insanımız AKP iktidarı ile tanıştı. Yaşanan on iki yıllık süreç henüz dolmuşken çıkar çatışmalarının yaşandığı dönemin sonuna geliniyordu. Bu çıkar çatışmaları özetle, ‘Cemaat’ olarak adlandırılan kesim ile iktidar yanlılarının arasındaki ‘Rant’ kavgasıydı. İhaleleri hiç kimseye kaptırmak istemeyen kesimlerin ‘Ayakkabı Kutuları’na doldurulan milyon dolarların ardından 12 Eylül’ün bir mahsulü olan Hükümetin Başı, 17 Aralık süreciyle birlikte Türkiye’de ilk defa ‘Paralel Devlet’ kavramını literatüre yazdırıyordu.
Kontrgerilla, Derin Devlet, Paralel Devlet;
Paralel devlet kavramı diğer ikisinden çok farklıydı. Şöyle ki;
Devletlerin yasama, yürütme ve yargılama erklerinden başka bir de iç güvenlik siyasetleri vardı. Bu uygulamalar, başka devletler tarafından herhangi bir işgal sırasında devreye girer ve ülkenin bütünlüğünü korumak amacıyla geliştirilmiş ve olabilecek şartlara göre tasarlanmış tedbirler bütünlüğüydü. İktidarlar kimden yana olursa olsun değişmez ve değiştirilemezdi. Öyle olmasaydı, kimine göre beş bin yıl, kimine göre yedi bin yıl, bana göre de on beş bin yıl boyunca sayısız devletler, devletçikler, imparatorluklar kurarak ayakta kalabilir miydi bu millet? Çeşitli düzenbazlıklarla Kozmik Oda’lara girerek, gerek geçmişin intikamını alıp gerekse Türk Milletini tarih sayfasından silerek, ‘Hayaldi gerçek Oldu’ sloganıyla Sahte Müslüman devleti oluşturmak isteyen ve içlerinde yalnızca iki tane Türk’ün bulunduğu bu hükümet kendi derin devletini oluşturmadı mı? Tabii ki oluşturdu ve o yapılanmaya paralel, başka unsurlar, rant kavgalarından sonra ortaya çıkınca da ‘Paralel Devlet’ kavramı oluştu. Bu kavramı ortaya atan İktidarın Başı, şimdiye kadar dile getirilmeyen kavramların mucidi, bugünlerde ‘abdestimizden şüphemiz yok’, alnımız secdeye gelir’, ‘muz cumhuriyeti değiliz’ derken, acaba kendini gözden çıkarıp yanından kaçarak giden ve dini kendileri gibi Müslüman, dili Türk olmayan Okyanus Ötesi danışmanlarından aldığı talimatları mı uyguluyordu?
İlk Başbuğumuz Türk Bilge Kağan’ın “Çin Hükümdarlarına diz çöktürüp Çinli sanatçıya yazdırdığı yazıtlarda;
”Türk beyleri, milleti, bunu işitin! Türk milletini toplayıp il tutacağını burda vurdum. Yanılıp öleceğini yine burda vurdum. Her ne sözüm varsa ebedî taşa vurdum. Ona bakarak bilin. Şimdiki Türk milleti, beyleri, bu zamanda itaat eden beyler olarak mı yanılacaksınız? “
…derken bugünleri de düşünmüş olsa gerek, ne kadar da haklıymış yüzyıllar önce…
özk.