Yaşadığımız şu maske olayı, ülkemizin nasıl yönetildiğini çok somut bir şekilde gözler önüne serdi. Daha önce de görenler görüyordu ama, böyle vatandaşların tümünü ilgilendiren bir konu olunca görmeyen, anlamayan kalmamıştır herhalde.
"AKP iktidarı, AKP iktidarı" denip duruyor ya aslında AKP iktidarı diye bir durum yok. Sadece Cumhurbaşkanı var. Tek başına yapayalnız. Bu yalnızlık büyük ihtimalle kendi isteği. Her konuyu bildiğini düşünüyor. Etrafındakiler öyle düşünmesine yardımcı oluyorlar. Bizde bir deyim vardır "Şeyh uçmaz müritleri uçurur" diye. Aynı şekilde kimisi Mevlana'ya benzetiyor Şems olup Cumhurbaşkanı'na aşık oluyor. Kimisi "Peygamberimizde kusur olabilir Cumhurbaşkanımızda kusur yok" diyor. Kimisi yalakalıkda nirvana yapıp "Cumhurbaşkanının (haşa) Allah'ın vasıflarını taşıdığını" söylüyor. Bu söylenenlerin hoşuna gittiği belli olan biri herşeyin en iyisini bildiğini düşünmez mi? AKP üst yönetiminden biri "Cumhurbaşkanı olmasa bizler bir hiçiz" dedi. Ben o zaman bu arkadaş iyi bir şey söylediğini sanarak Cumhurbaşkanı'nın gözüne girmek için öyle konuştuğunu zannetmiştim. Meğer doğruyu söylüyormuş.
Maske konusu nasıl gelişti? Ticaret Bakanı "Maskeleri vatandaşların ulaşacağı noktalarda satışa sunacağız" dedi. Cumhurbaşkanı bu "satacağız" lafına ya kızdı, yada "Bedava dağıtırsak oylarımız artar" diye düşünerek, her zaman yaptığı gibi bu işleri organize edecek ilgililerle görüşmeden maskeler nerede üretilecek, nasıl dağıtılacak, bir yol haritası oluşturmadan o anki his durumuyla "Maske satışları yasak" deyiverdi. Durduk yerde hem kendini hem hükümeti en çok da vatandaşlarımızı zora soktu. Maskelerin satılmasını istemiyorsan, denmesi gereken "Biz hükümet olarak maskeleri ücretsiz dağıtacağız" olmalıydı. Yapılması gereken de hemen organize edilip yeteri kadar maske üretip sağlıklı bir şekilde vatandaşlara ulaştırmak olmalıydı. Ücretsiz dağıtılan maskeyi vatandaş para verip niye alsın? Ücretsiz dağıtılan ürünün karaborsası olur mu? Satışını yasaklamanın mantığı ne? Yanındakilerden hiç biri Cumhurbaşkanı'na bir şey söyleyemiyor. Cumhurbaşkanı maskelerin dağıtılmasında belediyeleri düşünmüyor. Belediyeler başarılı olmasın diye başka bir öneride de kimse bulunamıyor. Halbuki kaymakamlıklar var mahalle muhtarları var. Maskeleri kaymakamlıklara gönder onlar da muhtarlara versin, muhtarlar da mahallenin büyüklüğüne göre elli kişilik, yüz kişilik gönüllü gurubu oluşturup, kapı kapı her hanenin hakkı kadar imza karşılığı versin. Muhtarlar elli milyondan fazla seçmen listelerini böyle dağıtıyorlar. Bu kadar kolay çözülecekken haftalarca eziyet çekildi. Hiç biri çözüm öneremedi. Cumhurbaşkanı'nın sözünün üstüne söz söylemek kimin haddine? Bu sadece maske konusunda mı böyle? Hayır. Cumhurbaşkanı hemen hemen her konuda o anki hislerine göre kara alıyor. Örnek TEOG sınavları birden kaldırıldı. Yerine nasıl bir sistem konulacağına aylarca karar verilemedi. Örnek Ege adaları, Yunanlılar teker teker işgal ediyor, Cumhurbaşkanı bir şey demeyince kimse sesini çıkaramıyor.
15 Temmuz'da hain darbe girişimi gerçekleşti. Cumhurbaşkanı haklı olarak çok korktu. Allah korusun canına dahi kastedebilirlerdi. Cumhurbaşkanı'nın bir korkusu daha vardı. Devletin nerede ise anahtar teslimi FETÖ'ye teslim edilmesinde en büyük pay onundu. Hemen o anda kararını verdi. Acırsak acınacak hale düşeriz. (düştükleri durum gerçekten acınasıydı.) O andan itibaren on binlerce kişi tutuklandı, işten atıldı. Bir çoğu masum insanlar perişan oldu. İktidardakiler acınacak hale düşmesin diye binlerce insan acınacak hale geldi.
Görevi ülkeyi her türlü tehlikeye karşı korumak olan ve bunun için emrinde milli istihbarat, emniyet istihbarat jandarma istihbarat gibi bir çok kurum olan başbakan FETÖ'nün terör örgütü olduğunu görmemiş, devleti teslim etmiş, o olabilir insanlık hali. Vatandaş görememiş evinin kirasını FETÖ'nün bankasına teslim etmiş, o örgüt üyesi hapiste. "Bu insanlık ayıbıdır, zulümdür" diyemediler. Başbakan'ın yanılma hakkı var da vatandaşın yok mu? Öyle bir korku iklimi yaratıldı ki kimse sesini çıkaramadı. Cumhurbaşkanı'nın yanındaki FETÖ'cü olmayanların boğazları düğümlendi konuşamadılar. Diğerleri FETÖ'ye küfür etmeye başladılar. En çok küfür edenler FETÖ'ye en yakın olanlardı. O ana kadar FETÖ'nün emrinde olanlar hemen saf değiştirmişlerdi.
Cumhurbaşkanı'nın bir korkusu da ABD'nin "F400'leri alırsanız uygularız dediği yaptırımlar arasında bulunan senin ve aile bireylerinin mal varlığını açıklarız" maddesi. O yaptırımlar açıklandığından itibaren adım adım ABD'nin dümen suyuna giriyoruz. ABD ile niye ters düşmüştük? Suriye'de terör örgütüne düzenli ordu kurdurmaya kalkması. Ee ordu kuruluyor. Hiçbir şey değişmedi. Böyle bir olgunun bekamızı tehdit edebileceği ortada. Tramp'ın yazdığı tehdit ve hakaret dolu mektubuna rağmen ABD'ye yanaşmamızı nasıl izah edeceğiz?
Tüm bu korkuların üstüne yerel seçimlerden itibaren oluşan iktidarı kaybetme kokusu da eklenince artık Cumhurbaşkanı sağlıklı kararlar alamıyor.
Demokrasinin D'si olan ülkelerde bunlar olabilir mi?
Cumhurbaşkanı emir verecek istediği gibi karar vermeyen hakimler soruşturulacak, sürülecek.
Cumhurbaşkanı emir verecek onun gibi düşünmeyen gerçekleri yazan gazeteciler hapiste kalacak
Cumhurbaşkanı emir verecek RTÜK susturucu görevi üstlenecek.
Cumhurbaşkanı emir verecek 25 milyar dolarlık tank-palet fabrikası Katar'a verilecek.
Cumhurbaşkanı emir verecek 500 milyon dolarlık uçak hibe kabul edilecek.
Cumhurbaşkanı emir verecek bağış toplayan belediye başkanlarına soruşturma açılacak.
Cumhurbaşkanı emir verecek barolar, odalar bölünecek
Cumhurbaşkanı emir verecek Atatürk'ün mirasına el konulacak.
Bu hukuksuz keyfi önü arkası düşünülmeden alınan kararların yüzlerce örneğini verebiliriz. Bu tür kararların alınmasından daha vahimi de Cumhurbaşkanı seçimle geldiği için bu kararları almaya hakkı olduğuna inanmasıdır. Hep beraber demokratik yollarla Cumhurbaşkanı'na seçimle iş başına gelmenin ülkenin sahibi olmak anlamına gelmediğini anlatmak zorundayız. Her geçen gün çığ gibi büyüyen sorunların altında ezilen ve sayıları devamlı artan sessiz çoğunluğun sesi duyulmalı. Bu çoğunluk sessiz kaldıkça, meydan insanımsı mahluklara kalıyor. Kimisi ölüm tehditleri savuruyor, kimisi hakaret ediyor kimisi de atamıza olan kinlerini kusuyor. Nefreti köpürtüp, cehalette feraset arayan bu zavallılar memleketin sahibinin Cumhurbaşkanı olduğunu zannediyorlar.
Eğer sessiz çoğunluğun sesini demokratik yollarla duyuramaz ve gerçekçi çözüm önerileri oluşturamazsak, sayın Meral Akşener'in korktuğu olaylar başımıza gelebilir. Çünkü açlık sofuluğu bozar.
Ne yapılmalı. Aslında aklın yolu bir. Sorunların çözümü için omuz omuza verip çalışmak çareler üretmek. Sayın Akşener'in, çıkış yolu olabilecek Türkiye Masası önerisi, Cumhur İttifakı tarafından kabul edilmedi. Kibirleri üstün geldi. Hiç önemli değil. Şimdi o masa genişletilip, Türkiye Demokrasi Platformu olmalı. O platformda yer almak isteyen siyasi partilerin yanında demokratik kitle örgütleri, Barolar, Odalar, Sendikalar, Meslek kuruluşları, aydınlar vatanını milletini seven aklını ve vicdanını ipotek ettirmemiş katkı koyabilecek herkes burada temsil edilmeli. Bu platform bir yandan sorun çözümü için gerçekçi yol haritaları oluştururken, bir yandan da haksız hukuksuz kararlara karşı çıksın. Örneğin haksız yere hapiste olan gazeteciler için organize olalım milyonlarca dilekçe mesajdaki özgürlüklerine kavuşuncaya kadar. Barolar, odalar bölünmek isteniyor. Aynı şekilde milyonlarca dilekçe mesaj sonuç alınıncaya kadar. Sosyal medyada parayla trolluk yapanlara karşı milyonlarca gönüllü oluşturalım. Haksızlığa uğrayan bürokrat, sanatçı, aydın işadamı bilsin ki yalnız değil onları savunacak milyonlar var. Bu haksızlığa uğrama korkusu ortadan kalkınca bürokraside de, resmi ve özel sektörde de işler daha rahat yürür.
Türkiye Demokrasi Platformu seçimlere böyle büyük bir ittifak olarak girsin. Sessiz çoğunluğun sesi ve umudu olsun.
Birinci vazifemiz bizleri bekliyor.
Korkulacak bir durum yok.
Sevgi ve akıl, nefret ve cehaletten üstündür.