Küresel tarihin en büyük belalarından biriyle karşı karşıyayız. Öldürücü ve hızlı bulaşan Covid 19… Zaten okuduğunuz ya da dinlediğiniz tıbbı söylem ve önlemlerden söz etmeyeceğim. Salgının günümüzde toplum üzerindeki etkisi ve salgın bittikten sonra olabileceklere dair öngörülerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Toplum olarak salgına çok hazırlıksız yakalanmadık. Başka ülkelerde ortaya çıkan salgın ülkemize rötarlı geldi. Binlerce yıllık yaşam alışkanlıklarımız hem avantajımız, hem de dezavantajımız oldu.
Her toplumun genel geçer davranış ve alışkanlık setleri vardır. Biz toplum olarak iletişimi, teması ve dokunmayı severiz. Bu alışkanlıklarımız salgın hastalığın yayılması için olumsuzluk teşkil ediyor. Tüm uyarılara rağmen sokaklarda halay çekenler, banklarda yan yana oturup sohbet edenler durumun vahametini ortaya koyuyor. Birbirimizden bir türlü “uzaklaşamıyoruz”. Bu alışkanlığa bir süre son vermemiz şart. Davranış setimizde bize kazandıran taraf paylaşımcı ve yardımsever bir toplum olma, felaketler karşısında hızla refleks gösterebilme özelliğimiz. Örneklerini Marmara depremi ve 15 Temmuz darbe kalkışmasında gösterdik. İnsanlarımız zarar gördüğünde toplum olarak gerek insan kaynağı gerekse maddi kaynaklarımızı hızla harekete geçiriyoruz.
Yaşamakta olduğumuz felaket küresel bir travmadır. Dünyanın herhangi bir yerinde bir felaket yaşandığında genelde yereli etkiler (deprem, çığ, vs.) felakete maruz kalmayanlar en fazla biraz üzülür sonra unuturlar. Bu kez durum çok farklı. Dünya üzerinde salgından etkilenmeyecek tek toplum ya da ülke yok. Herkes önce bulaşma, sonra ölüm korkusu yaşıyor. Yakınlarımızı yitirmekten korkuyoruz. Küresel ekonomi çökmek üzere. Üretim büyük darbe alırken tüketim kısıtlandı. İnsanlar “aç kalabileceklerini” düşünüyor. Küresel bir korku ve kaygı hâkim. Uzmanlar salgının birkaç ay daha sürebileceğini söylüyorlar. Yani durum bugünden yarına değişmeyecek.
Peki, salgın sona erince?
İnsanların büyük kısmı bir yakınlarını ya da tanıdıklarını kaybetmiş olacaklar. Aylardır eve tıkılmış olmanın bunalımını ya da çalışmak zorunda olup bulaşma korkusunu yaşamış olmak bir tür “Travma sonrası stres bozukluğuna” neden olacak. İnsanlar normal hayatlarına ve davranış alışkanlıklarına bir süre dönemeyecekler. Bu durum zaman içinde sönümlenecek, bizim gibi doğu toplumları iyice zaman geçince sarılma ve temas alışkanlığına tekrar dönecek. Salgın arkasında duygusal ve bilişsel bir enkaz bırakacak. Her felaketten sonra olduğu gibi (çöken binayı yapan müteahhitti tutuklamak, darbecileri cezalandırmak gibi) suçlu avına çıkacağız ve bu av yerel değil küresel olacak. İşe sistemi ve düşüncelerimizi sorgulamakla başlayacağız. Sona eren salgın sadece insanları değil sistemi ve düşüncelerimizi de hasta etmiş olacak.
Salgına yeterli önlemi almayan ülkelerde sivil toplum hareketleri, yıkıcı protestolar yaşanacak. Bazı liderler konuyu hafife almakla suçlanıp istifaya davet edilecekler. Batı ülkelerinde toplu istifalar yaşanacak. Özellikle İtalya, İspanya, İngiltere ve hatta ABD’nin başı bu konu yüzünden çok ağrıyacak.
Ülkelerin harcama kalemlerinde sağlığa ve sağlık ürünlerine, ilaçlara ve aşılara ayrılan bütçeler mercek altına alınacak. Yetersiz yoğun bakım üniteleri, ihtiyaçtan az doktor ve sağlık çalışanları, ihtiyaca yanıt vermekten uzak medikal üretimin nedenleri sorgulanacak. Neredeyse tüm ülkeler devlet eliyle medikal üretim tesisleri açmak zorunda kalacaklar. Tıp ve farmakoloji alanında bilim insanı yetiştirmeye ağırlık vermek zorunda kalacaklar, zira toplumun böyle bir talebi olacak. Ülkemizde kapatılan Hıfzıssıha’nın tekrar açılması güçlü bir şekilde talep edilecek ve iktidar buna direnemeyecek.
Dünya medeniyetinin ne kadar “muhteşem” olduğuna dair aptalca kanımız değişecek. Bilmem kaç mikronluk bir virüsün koca uygarlığın canına nasıl okuduğu kuşaktan kuşağa aktarılacak.
Ve en önemlisi, duygusal ve bilişsel bir enkaza dönüp diz çöken insanların hayata yeniden dâhil olması. Bu konu sosyal bilimcilerin (sosyoloji, eğitim, psikoloji, felsefe) üzerinde çok çalışması gereken bir hal alacak. Bugün en büyük sorumluluk tıp çalışanlarının üzerindeyken, salgın bitince iş sosyal bilimcilere düşecek. Psikologlar kişisel travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) ile ilgilenirken sosyologlar toplumsal TSSB’nin giderilmesi için uğraşacaklar. Eğitimciler müfredat ve kontenjanları yeniden düzenleyecek, olası yeni salgın felaketleri için donanımlı insanlar yetiştirmek yoluna gidecekler. Çünkü küresel salgınlar asla bitmeyecek, uzmanların açıklamalarına göre küresel ısınma sürdükçe buzullar eriyecek ve ilkel çağlara ait olan henüz tanımadığımız virüslerle karşılaşma olasılığımız yüksek. İnsanlığı tekrar hayata dâhil etme konusunda devletlere ve sivil toplum kuruluşlarına, derneklere önemli görevler düşecek.
Ülkemiz özeline gelirsek;
Hıfzıssıha’nın yeniden açılacağını öngördüğümü zaten yazmıştım. Bunun dışında, halk iktidarın müsrifliğini, çılgın projeleri sorgulamaya başlayacak. Kaynakların doğru kullanımı tartışmaya açılacak. Pandemiler özelinde cenaze namazı kıldırıp ölü gömmek dışında işe yaramayan İmam Hatip liseleri yerine insanların canını kurtaracak Fen Liselerinin artırılması talebi seslendirilecek.
20 Bin kişinin aynı anda ibadet edeceği camiler yerine 20 bin kişinin aynı anda yatabileceği yoğun bakım tesisleri yapılması istenecek (Bu anlamda şehir hastanelerinin doğru bir adım olduğunun altını çizmek gerekir).
Diyanet'e ayrılan obez bütçenin en az yarısının eğitim ve sağlığa ayrılması gereği ortaya çıktığı için bu konu üzerinde ciddi tartışmalar yaşanacak.
Kabul etmeliyiz ki ekonomi felaket yönetildi, II. Dünya Savaşında birilerinin beğenmediği İsmet İnönü ihtiyat akçesine dokunmazken günümüz iktidarı o parayı harcadı. Bu nedenle ABD her vatandaşına 1000 dolar öderken, Fransa Başbakanı Macron ve Kanada Başbakanı “siz evden çıkmayın, parayı bulmak bizim işimiz” derken Sayın Cumhurbaşkanı uçuş vergilerinin, konut kredilerinin, konaklama vergisinin halk yararına iyileştirildiğini açıkladı. Gerçekten şaka gibiydi.
İnsan hayatını kurtarma konusunda tek bir doktorun, tek bir mikrobiyoloji uzmanının dünyadaki tüm tarikat şeyhlerinden daha değerli olduğunu bugün görmüş olduk.
Aklımızı geç olmadan başımıza alalım, kurallara uyalım.
Virüsle eninde sonunda yüzleşeceğiz. Dua etmenin yanı sıra kurallara uyalım ki kendimize ve yakınlarımıza zarar vermeyelim.
Hepinize hayatta kalacağınız sağlıklı bir yaşam dilerim.