Teknolojinin bu kadar yaygın olmadığı zamanlarda ayrı kültürleri yaşayan insanlar ancak fiilen karşılaştıklarında aralarında bulunan farklılığı fark edebiliyorlardı. Bu sebeple dünyanın küreselleşmesinin millet ve milliyetçilik kavram ile tanımlarının kıymetini azalttığı şeklinde ki görüş bize göre yanlıştır.
Çünkü dünyanın küreselleşmesi demek, teknoloji unsurları sayesinde farklı kültürlerin birbirinden haberini olması anlamına geldiği gibi birbirinden farkının olduğunun bilincine varılması da demek oluyor.
Belki ulus devletlerden yeni ulus devletler çıkabileceği gibi bazı ulus devletlerde birleşerek yeni ve daha büyük ulus devletleri oluşturabilirler.
Yani hiçbir şey değişmemekte dünyanın küreselleşmesi ile değişiklikler ortaya çıkarken ayrılıklarda birbirinin daha çok farkına varma sürecine doğru gidiyor.
Dünyamızda çeşitli kavimler ve diller olduğu kutsal kitabımız Kuran’da da belirtiliyor. Bunlar dünyanın çeşitli bölgelerinde içinde bulundukları fiziki ve sosyal ortama göre değişik yaşam tarzları, gelenekler hasılı değişik kültürler vücuda getiriyorlar.
Bütün dünyada benimsenen evlilik türlerinin aksine Himalaya dağlarının zirvesinde yaşayan Tibetlilerde bayanların çok eşli evlilik yaptığını dikkate alırsak bize göre oldukça aykırı örneklere de rastlayabiliriz.
İnsanoğlunun dünya üzerine yayılışına gerek tarihi, gerekse coğrafi açıdan kuşbakışı yönelirsek antropoloji ve tarih bilimi verilerine göre insanoğlunun Afrika ve Ortadoğu’dan dünyaya yayıldığını söyleyebiliriz. Bugün altı kıtaya yayılan insan soyu bu dağılımı çeşitli şartlarda değişik toplumlar tarafından değişik amaçlarla gerçekleştirmiş bulunmaktadır. Örneğin bazı ilkel toplumlar yiyecek kaynaklarının tükenmesi ile yer değiştirirken, bazıları diğer toplumlar tarafından yurtlarından sürülerek yer değiştirmişlerdir.
Yukarıda belirttiğimiz diğer toplumların zoru ile yer değiştirme ve yok edilme çağımıza kadar süren bir olgu olarak da karşımızda durmaktadır. Avrupa’nın bu manada bir kavimler göçü yaşadığını biliyoruz. Bu sebeple bugün Avrupa’da yaşayan hiçbir milletin yaşadığı coğrafyanın yerlisi olduğunu söyleyemeyiz. Örneğin Almanlar bugünkü Almanya’ya daha kuzeyden İskandinavya’dan, Anglo-Saksonlar (İngilizler) bugünkü Britanya’ya daha doğudan bugünkü Almanya’nın kuzeyinden göç etmişlerdir. Bizim üzerinde yaşadığımız Anadolu topraklarına orta ve kuzey Asya’dan geldiğimiz herkesçe bilinmektedir. Ancak Malazgirt meydan savaşından önce de Anadolu’ya Türklerin geldiğini biliyoruz. Yani biz Anadolu’ya geldiğimizde aynı dili konuştuğumuz insanlarla karşılaşmıştık. Peki Anadolu’nun diğer yerlileri olanlar buranın hakiki yerlileri olabilir mi? Rum asıllı olan Bizans ahalisinin Yunan kültürünü yaşayan bir kısmı Makedonyalı İskender’in fetihleri sırasında, bir kısmı da Roma, Bizans ve hatta Osmanlı dönemlerinde bugünkü Yunanistan’dan Anadolu’ya yerleşmişlerdi. Anadolu’nun diğer yerli sayılan ahalileri de ya balkanlar ya da Kafkasya üzerinden Anadolu’ya sonradan yerleşmişlerdi.
Demek oluyor ki yeryüzünde ebedi yerli halk bulmak oldukça zordur. O zaman biz toplumların hepsini mazileri ile birlikte değerlendirmeli ve hepsinin geçmişini insanlığı ortak mirası kabul etmeliyiz. Çünkü eğer hiçbir toplumun ebedi yurdu söz konusu değilse bütün toplumlar ortak kaderleri paylaşmış demektir.
Toplumlar arasında bin yılların biriktirdiği ayrılıklar ve yaşanmışların ayrılıklarını küreselleşme bir anda yok edemeyeceği gibi ancak kaşıyabilir.
Küreselleşme ayağına birliğimizi dağıtmaya çalışanlara bir hatırlatma yapalım; bize Anadolu’yu dar etmeye kalkan sizlerin evleri de camdan yapılmıştır ve bizi bu evlere taş atmamız için tahrik etmek esastan sizin zararınızadır.