Küreselleşme özünde liberal değerleri barındıran ekonomik sistem, sermayenin özgür dolaştığı, ulusal korumacı politikaların terk edilip, ulus devletlerin sermayenin emrinde girip serbest piyasanın hâkimiyetine dayalı bir sistem inşa etmeye çalıştı. Devlet üretim yapmaz müdahale etmez onun asli fonksiyonu güvenlik sağlayıp, ihtiyaca uygun yasama yapmak ve anlaşmazlıkları çözecek hukuku bağımsız mahkemelerce yapılmasını sağlamak. Bu ise gelişmekte olan ülkelerde kamu kaynaklarının KİT lerin, büyük sanayi, enerji, petrokimya endüstrisi ve haberleşmeden ulaşıma büyük kuruluşların özelleştirilmesini sağladı. Devletin üretimden çekilmesi ile işsizlik arttı, tarım hayvancılık çöktü, üretim azaldı, ithal eden ülke durumuna düşürüldü. Bu işsizlik, hayat pahalılığı, yoksulluk ile göçmenlerinde kontrolsüz kentlere yerleşmesi, güvenlik asayiş sorunlarının artmasına sebep olmuştur. İşini kaybeden işçi, haksız rekabet nedeni ile iş yerini kapatan esnaf, fakirleşen ve yoksullaşan dar gelirlilerden başlayan bir yabancı düşmanlığı ülkede gittikçe artmaktadır.
Küreselleşme öylesine büyük öylesine güçlü bir propaganda ile dayatıldı ki: ulusal ekonomi, ulus, üretim, sanayi, işçi, emek, sendikalar, kurumlar tarihin en büyük saldırısına yenik düştü. Devletlerin ellerinde ne varsa yağmalandı. Sonuç; açlık, göçler ve büyük çöküş. Küresel ekonomik model çöktü globalizm rüyası kabusa dönüştü kartel tröst şirket tarafından yapılan yağmalama sonucu artan işsizlik ve yoksulluk yerelleşme, ulus devlet yeniden yükselen değer oldu. Türkiye’nin ciddi bir dış borcu var, tasarruf açığı, cari işlemler açığı ile sıcak paraya bağımlı. Bu borçlar ödeneceği zaman bize borç veren batılı, gelişmiş, kapitalist ülkelerin alacaklarının tahsilini güvence altına almak isteyecektir. Elde avuçta kırıntı düzeyinde kalan kamu varlıklarını tasfiye edilecektir. Acı reçeteyi emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin içmesini isteyeceklerdir. Sözde mali disiplin adı altında toplanacak olan kaynağı da ülkemize borç verenlerin, dünya finans kapitalinin ağababalarının, New York’taki tefecilerin, Londra’daki bankerlerin kasasına aktaracaklardır. Çünkü kapitalizmde kuraldır: Kârlar özelleştirilir, zararlar kamulaştırılır.
1929 Dünya ekonomik buhranının etkisi ile liberal ekonomik politikaların prestiji sarsıldı devletçi kontrolcü denetimci ekonomiler revaç bulmaya başlamışlardır. Siyasal sistemde bu ekonomik modele paralel olarak otoriter devletçi güçlü lider güçlü devlet anlayışı gelişti. Avrupa’da bu faşizmin gelişmesine güçlenmesine neden olmuş genel bir otoriterleşme eğilimi gerçekleşmiştir. İtalya’da faşizm yürürlükteyken 1930’da Brezilyada, 1931’de Arjantin ve Guatemala’da, 1932’de Portekiz’de, 1933’de Uruguay’da, Avusturya ve Almanya’da, 1934’de Meksika’da otoriter totaliter diktatörlüklerin iş başında olduğu bir dönem yaşandı. Bu dönemde Rusya da Stalin iş başındadır. Bu otoriter liderlerin güç çekişmesi sonrası dünya savaşı ile ülkeler yıkıldı büyük acıların yaşanmasına neden oldu. Yaşadığımız dönem de büyük ekonomik kriz sonrası yabancı düşmanlığı, faşizm, ırkçılık gibi aşırı uçlar kadar korumacı, milliyetçi, ulusal ekonominin korunması gerektiğini söyleyen küreselciliğe karşı yerelliği ön plana çıktığı bir dönem. Dünyaya küreselleşmeyi ihraç eden Amerika ekonomik korumacılığa yöneldi, Meksika sınırına tel örgü örmeye çalışıyor.
Popülizm ülkelerin yıkımıdır. Eski popülist liderler iki dünya savaşı çıkartarak dünyayı cehenneme çevirdiler. Sonrası Birleşmiş Milletler kuruldu ülkelerin işgalini engelleyen yasaları kabul ettiler. Tek adam güçlü lider güçlü parti yerine kuvvetler ayrılığı hukukun üstünlüğü medya bağımsızlığı ile halkın yönetime katılımını artıran katılımcı demokrasiye geçerek mutlak iktidarın oluşması ve kötüye kullanımını engellemeye çalıştılar. Fakat iki kutuplu dünyanın egemen olduğu soğuk savaş sonrası tek kutuplu dünya kalmadı çözülmeler başladı eski birlikteliklerde çatırdama yıkılmaya yüz tutmuş bir düzen sonrası düzensizlik kaos ve anarşi hakim oldu. Her kargaşa ve yıkım sonrası umutsuz kitlelerin duygularına hitap eden popülist ırkçı yabancı düşmanı liderler yönetmeye başladı. Trump bu popülist rüzgarın ürünü hem ABD'yi hem de orta doğu uzak doğuyu çatışma alanı haline getirdi. Avrupa da Yunanistan’da kriz sonrası büyük toplumsal gösteriler oldu. Fransa da sarı yelekliler hareketi bu yükselen dalganın sonucu. Avrupa da yabancı düşmanlığı, göçmen karşıtlığı gibi aşırı sağ kadar, yeterince temsil edilmediğini düşünen zenginleri sermayeyi koruyan emekçileri ezdiği gerekçesiyle radikal solda yükselmektedir.
2007-08 küresel ekonomik krizi ve 2009 Euro krizine kadar liberal dünya düzeni ve liberal demokrasi anlayışı ekonomik sorunların baş göstermesi ile prestij kaybına uğradı. Liberal demokrasinin beşiği sayılan ABD ve Avrupa Birliği’nde küresel sistem ve liberal demokrasi zaman içerisinde itibar kaybına uğradı. Polonya, Macaristan, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde otoriter yönetim modelleri yükselişe geçti.
Küreselleşme piyasa ekonomisi ile refahın zenginliğin sadece sermaye sahipleri lehine büyük toplum kesimlerinin aleyhine gelişti. Gelir dağılımının adaletsiz olması zenginin daha zengin fakirin daha fakir olduğu düzene karşı isyan ateşi yükselmektedir. Paris’te benzin zammına bu kadar büyük kitlesel tepki ve kendiliğinden ayaklanma bir şeyin işaretçisi. Paris sevdalısı Avrupa rüyası sarı yeleklilerin isyanı ile yandı bitti küle döndü. Paris dışında gettolarda banliyölerde yaşanan sefalet isyanın fitilini çekmiştir. Bu isyan devam edecek ve kitlesel eylemlerde artış diğer ülkelere de sıçrayabilir. Dolaysız vergilerde dünya şampiyonu olan ülkemizde halk artan hayat pahalılığı yükselen enflasyon yüksek işsizlik ile ekonomik krizin altında ezilmektedir..Halkın uygulanan ekonomik politikalarla nasıl borçlandırıldığı, yoksullaştırıldığı ve işsiz bırakıldığı anlatacak özgür medyaya cesur siyasetçiye namuslu aydına ihtiyaç var.