Araştırmalara göre hafta sonu futbolla yatıp kalkıp, haftanın ilk gününü değerlendirme, kritik etme ve yorumla geçiren insanlarımız, hafta ortasına doğru ancak ayıkıp ‘ne olacak bu memleketin hali’ demeye başlıyorlarmış.
İşin ilginç olanı, bu sorunun alt yapısında ‘ kim kurtaracak bu memleketi’ beklentisinin olması ki gerçekten çok acı…
Malumunuzdur; Neyzen Tevfik, hayatında ilk defa sinemaya gider, izlediği filmde ormanlar kralı Tarzan’ın vahşilerin elinden kurtardığı kıza sonradan yaptıklarını görür ve der; “Böyledir işte, bu kurtarıcılar böyledir.”
Biz, kendimizi ve ülkemizi, yangında ilk kurtarılacaklar misali görür ve sürekli bir ‘kurtarıcı’ ararsak, buluruz mutlaka ki bulmuşuzdur da ama ardından ‘bizi bu kurtarıcıdan kurtaracak yok mu’ feryadını basmışızdır.
Biz sürekli kurtarılıyoruz zaten.
Bazen askerler çıkıyor bizi sivillerden kurtarıyor, bazen siviller çıkıyor bizi askerlerden kurtarıyor bazen de siviller kendi aralarında bizi birbirlerinden kurtarıyorlar.
Birileri çıktı, bizi tek partili rejimden kurtardı.
Ardından birileri ülkenin kurtarılması gerektiğini düşünüp 1960’ta ihtilal yapıp, ülkeyi güya Menderes’ten kurtardılar.
Yetmedi, 12 Mart ve 12 Eylül’de Demirel’den kurtardılar.
Bütün bunlar da yetmedi, 28 Şubat’ta bu kez de Erbakan’dan kurtarma ihtiyacı doğdu, kurtardılar!
En son da 2002’de yeni kurtarıcılarımız çıktı, ülkeyi birilerinden kurtardılar.
Sonuç hep Neyzen Tevfik’in dediği gibi oldu. Asker de, sivil kurtarıcılar da kurtardıklarına hep aynı muameleyi yaptılar.
Şimdi de kurtarıcımızdan nasıl kurtulacağımızı düşünüyoruz!
Bir düşünür; ‘kurtarılmaya muhtaç toplumların, toplum gibi düşünen insanlar tarafından kurtarılmış olduğuna tarih tanıklık etmemiştir’ diyor.
Ama daha ilginci Atatürk’ün sözü;
“Bu millet kurtarıcı arama zarureti içine düşerse, kendimi görevimi yapamamış addederim” diyor.
Gerçekten de, demokrasi ile idare edilen bir ülkede halk, ülkesinin kurtarılması gerektiğini düşünüyor ve işin daha kötü tarafı bir kurtarıcı bekliyorsa, o ülkenin yönetim biçimini şöyle bir gözden geçirmesinde sonsuz faydalar vardır.
Her şeyden önce kurtarıcı arama zaruretinin doğması, o ülkenin cumhuriyetinde bir hata olduğunun açık bir göstergesidir!
Nedir cumhuriyet; En basit tanımı ile halkın kendi kendisini idare etmesi…
E biz bu cumhuriyeti ilan etmiş miyiz? Etmişiz.
Peki, bu cumhuriyet, kurtarıcı arama zarureti yaratmayan bir idare biçimi değil mi? Öyle…
Ama gelin görün ki; yaklaşık 50 yıldır güzel ülkem hala kurtarılmaya muhtaç ve hala kurtarıcı bekliyor.
Kurtarıcıdan kimi kastettiğimiz de belli değil.
Asker desek, bizi kurtardıktan sonra bize yaptıklarının yanında, Tarzan’ın yaptıkları hiç kalır.
Hükümetlerse kasıt, eğer hükümetlerden kurtulmak, kurtulmak ise; biz çok kurtulduk, kurtarıldık ama bunun faydasını görmedik!
Dünyada bizim kadar hükümet değiştirmiş kaç ülke vardır?
Demek ki bizim değiştirmemiz gereken başka bir şey var
O ne mi?
Sanırım aşağıdaki kıssa bu sorunun cevabını arayanlara bir ipucu verecektir;
Kasabada eşeklere “illallah” dedirten semerci ölmüş.
Eşekler sevinç içinde, “Ohh! Kurtulduk! Kurtulduk!” diye bağırıp göbek atmışlar.
Fakat “Gelen gideni aratır” derler ya... Yeni gelen semerci, eskisinden beter çıkmış. Yaptığı semerler o kadar kötüymüş ki, eşekler;
“Ahh! Off! Yandık! Tanrım bizi bu semerciden kurtar” diye ağlaşmaya başlamışlar.
Gel zaman, git zaman, eşeklerin duası gerçekleşmiş, o semerci de ölmüş...
Ölmüş ama yeni gelen semerci acemi mi acemi! Eşeklerin sırtı yaralar içinde kalmış.
Yine, semercinin ölmesi için duaya başlamışlar.
Yaşlı bir eşek, diğerlerinden daha akıllı çıkmış ve;
“Arkadaşlar, bu iş böyle olmaz. Semerci ölsün diye dua etmenin hiçbir anlamı yok. Yeni gelen de onun gibi olacak!”
“Peki, ne yapalım?” diye sormuşlar.
Yaşlı eşek şöyle demiş;
“Semercinin ölmesi için değil, bizi eşeklikten kurtarması için Tanrı’ya dua edelim!”
Sözün özü; bir bilim adamının dediği gibi; “Kahramanlar, içimizdeki özgürlükten kaçışın ve totalitarizmin arzusunun göstergeleridir. Bir toplumun ne kadar az kahramanı ve kurtarıcısı varsa, o toplum o kadar çok olgun ve özgürdür.
Bireyler, kendi akıllarını kullanma cesareti gösterip kendi bilinçleri ile kendi zindanlarını aşıp, kendilerini hakiki bir “özne” olarak inşa ettikleri sürece kahramanlara ihtiyaç duymazlar.”