Türkiye’nin en önemli meselelerini her gündeme getirdiğimde, sorunun kaynağı veya çözülememesinin sebebini de düşünüyorum. Ana sebebin kurumlarımızın iş göremez hale getirilmesi ve kuralsız bir yönetim anlayışı olduğu kanaatine ulaşıyorum.
Onlar ki, bazıları asırlarca bazıları onlarca yıllık tecrübeleri olan kurumlarımızdır. Bizim ve insanlığın binlerce yıllık tecrübe birikiminin eseri olan kurallardır.
“Aklın yolu birdir” derler. Nitekim TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı şöyle konuştu:
“Türkiye ekonomisinin bugün karşı karşıya olduğu en kritik sorun ‘kurumsuzlaşmadır.’ Kurumlarımızın zayıflaması, karar verme ve uygulama süreçlerinde uzun vadeli, öngörülebilir, bilimsel plan ve aksiyonların yerini kısa vadeli karar ve uygulamaların alması, istişare mekanizmasının yeterince çalıştırılmaması gibi sorunlarımız var.
Her geçen gün kurumlardaki bu eriyişin, idari sistemimizin işleyişine, toplumumuzun refah ve huzuruna, ülkemizin piyasalardaki görünümüne, itibarına, güvenilirliğine ne denli ciddi hasar verdiğini daha iyi görüyoruz.”
Şüphesiz kurumsuzlaşmanın gittikçe derin bir sorun olmasında CB Tayyip Erdoğan’ın yönetim anlayışı çok etkili. RTE, devleti mülkiyeti kendine ait, bir şirketin patronu gibi yönetmek istiyor.
“Türk Tipi Başkanlık” denilen ucube sistem Erdoğan’ın karakteriyle birleşince otoriter ve verimsiz bir devlet yapılanması ortaya çıktı.
Suç örgütü yapılanmaları kurumsuzluğu ve kuralsızlığı sever.
Bu yüzden mafyanın yasamadan, yürütmeye, yargıdan basına kadar sistemi bir ur gibi sarması tesadüf değil.
* * *
ŞAHSIM DEVLETİ
CB Erdoğan NATO toplantısında Batı’nın önemli devlet başkanları veya başbakanları ile görüştü. Fransa, Macaristan, Almanya, İngiltere ve Yunanistan gibi görüştüğü bütün liderlere “görüşmelerimizi ikili olarak ve gerekirse özel hattan yapalım” teklifi yaptı.
Erdoğan’ın dış ilişkilerimizi, kurumsal olarak değil, şahsi ilişkilerle yürütmek istediği görülüyor.
Dış politika sorunlarının çoğu, tarihi kökenleri de olan, geniş ve kapsamlı konulardır. Bu tür meseleler telefon görüşmeleri ile çözüme kavuşturulamaz. Taraf devletlerin kurumlarının uzun süreli müzakereleri ile mesafe alınabilir.
“Özel hat” fevkalade hallerde kullanılabilecek bir yöntemdir. Mesela Ege’de sıkça uçak dalaşlarının olduğu gerilimli dönemlerde savaş tehlikesine karşı düşünülmüş bir araçtı.
ABD ile müzakerelerde de Erdoğan Başkanlar arası ilişki ile çözüm aramakta. Trump bu yönteme yatkındı. Fakat yeni Başkan Biden kurumsal bir iletişimden yana.
Erdoğan Biden’a mı teklif etti, Biden Erdoğan’a mı kabul ettirdi bilmiyoruz. Ama Afganistan’dan bütün NATO güçleri çekilirken Türkiye’nin kalması gündemde. En stratejik ve en riskli bölge olan Kabil Havaalanının korumasını üstlenmeye hazır olduğumuzu bizzat Erdoğan açıkladı.
Taliban güçleri buna şiddetle karşı çıkıyor.
Bu kadar hayati bir konuda, kurumlarımızda iyice incelenmeden, muhalefet liderleriyle görüşülmeden, TBMM’de müzakere edilmeden bir karara varılması doğru olabilir mi? Hiç kimse Devletin ortak aklından daha akıllı olamaz. Farz edelim olsa bile, böyle bir sorumluluğu toplum kesimleriyle paylaşmak daha doğru olmaz mı?
SADDAM IRAK’INDAN BİR ÖRNEK
Halkına hesap vermeyen otoriterlerin yönettiği ülkelerde, muktedire yakın bir avuç kişinin milletin parasını nasıl yediğini, halkı nasıl fakirleştirdiğini bir örnekle anlatayım.
Irak ile İran’ın 8 yıl süren savaşı sırasında Petkim Satış Müdürlüğünde görev yapıyordum. Savaş esnasında stratejik bir malzeme olan lastiğin hammaddesi sentetik kauçukları Petkim’de üretiyorduk. (Maalesef bu fabrikalar daha sonra kapandı ve söküldü.)
O sıralarda dünyada bir ton sentetik kauçuğun fiyatı 1.000 dolar civarında idi. Diğer ülkelere de bu fiyattan ihracat yapıyorduk.
Saddam Irak’ında devletin yönettiği fabrika veya Ticaret Bakanlığı yetkilileri Petkim’e müracaat etse yaklaşık bu fiyatlardan satın alabilirlerdi. Ancak Irak’ta işler böyle yürümüyordu.
Bir aracı şahıs firması Türkiye’ye gelirdi. Arkasında devlet garantisi olmadığı için çok daha yüksek fiyatla ürünü alır ve Irak’a göndertirdi. Saddam ailesine yakın birilerine rüşvetini verir ve nihayetinde 1.000 dolarlık mal, devlete 2.000- 2.500 dolara mal olurdu. Tabii ki bu aradaki farkı ödeyen zavallı Irak halkı olurdu.
* * *
Çin aşısı Sinovac ithalinde önce Sağlık Bakanı Fahrettin Koca “Devlet Malzeme Ofisi ve Sinovac arasında herhangi bir aracı yok”, doğrudan ithalat yapılıyor demişti. Daha sonra öğrendik ki bir aracı firma (Keymen İlaç A.Ş.) devrede imiş. Bu firma yaptığı hizmete karşılık hak ettiği komisyonunu almakta imiş.
Muhalefetin bütün ısrarına rağmen aşının hangi bedelle ithal edildiği ve komisyon miktarı “ticari sır” denilerek açıklanmadı.
Bu arada Çin firması aşı sevkıyatını aksattı. Sebebini öğrenemedik.
Bereket ki, Biontech’in kurucusu, CEO’su ve aşının mucidi Prof. Dr. Uğur Şahin kendi öz vatanına ve milletine hizmet etmek için devreye girdi. Biontech aşısı tedariki hızlandı. Hızlı aşılama ile normalleşme yolunda ciddi bir mesafe kat edebildik.
Keşke Biontech ile diğer batılı devletler gibi baştan bağlantı yapsaydık da bu kadar insanımız vefat etmeden, hastalık çekmeden ve turizm mevsimini kaçırmadan aşılamayı bitirebilseydik...