Kutuplaştıran Dil…

Fazlı KÖKSAL

Türk siyasetinde soğuk savaş döneminden kalan ve bir türlü kurtulamadığımız kötü bir anlayış var; kutuplaştıran, ayrıştıran bir dil kullanmak...

Siyasetin tepesindekiler, kutuplaştıran dil sayesinde taraftarlarını kemikleştirerek oy kayıplarını minimuma indirmeyi hedefliyor olabilirler. Ama bu dil toplumu geriyor. Farklı görüştekileri, düşman gibi görmemize neden oluyor. Tasada kıvançta ortak bir toplum olmamızı, yani “millet” olmamızı engelliyor…

Oysa Türk Milletinin fertleri ile tek tek konuştuğunuzda; Türkmen ile Kürt, Alevi ile Sünni, sağcı ile solcu, tesettürlü ile açık, cami cemaati ile meyhane müdavimi arasındaki ortak noktalar, ayrıştıkları noktalardan çok daha fazla... Ama biz nedense, ortak noktalarımızı gündemde tutup, farklılıklarımıza saygı ile bakmak yerine; ayrıştığımız noktaları gündeme getirip kutuplaşıyoruz...

Geçenlerde sosyal medya hesabımda, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın,

“Ya Allah / Ya Allah derim ki / Titrerim Kara sesimden / Ya Allah.”

Mısraları ile başlayan “Cezayir Türküsü” isimli şiirini paylaşmıştım. Bir arkadaş “Solcu diye bize Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi birçok yazar ve şairlerimizi okutmayanlara ithaf olunur” şeklinde yorum yapmış... Ne kadar haklı... Mesela; bize Nazım’ın “Ağa Camii” şiirini yazdığından bahsetselerdi, Alparslan Türkeş, Nazım’ın “Dörtnala gelip Uzak Asya'dan/Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan/ bu memleket bizim!” şiirini 1994’de değil de 1980’den önce okusaydı, bizim Nazım’a ve “Sol”a bakışımız bu kadar katı olur muydu?

Ama bu yanlış tek taraflı yapılmadı... Herkes bu yanlışa düştü... Kendi siyasi görüşünde olmayanları yok saydı, okumadı... Hatta düşman bildi... Öğrenmesi sözlü aktarımla gerçekleşen, okuyanı az bir toplumda insanlar bilgiyi okuyanlardan edinirler. Okuyanlar da tek renkten, hatta tek rengin tek tonundan oluşan kitaplar okuyunca; bizim gibi düşünmeyenleri tanımadık. Tanımadığımız, dinlemediğimiz, anlamadığımız için de bizim gibi düşünmeyene düşman olmamız kaçınılmazdı. Nitekim öyle oldu... Kutuplaşan yapı siyasilerin de işine geldiği için, onlar da yıllardır ayrıştıran dili tercih edince, kutuplaşma her geçen zaman dilimde keskinleşti…

Oysa birbirimizle ön yargısız yaklaşabilsek, konuşsak, birbirimizi dinlesek ve okusak, ortak noktalarımızdan hareketle daha mutlu bir toplum inşa edeceğiz… İnsanımızın farklı renkteki kitaplarla tanışmasına katkım olsun düşüncesiyle hazırladığım “Meyve Tadında Romanlar” isimli kitabıma da aldığım, bu konudaki bir deneyimimi aktararak yazımı noktalamak isterim;

1975’ti sanırım; bir kavga sırasında, karşı gruptan bir çocuğun elindeki kitabı çekip aldım. Attila İlhan’ın “Hangi Batı”. Kitabı o akşam okumaya başladım. Attila İlhan’ı şair olarak biliyordum, siyasi yazılarından haberim yoktu. Okuyanlar bilirler, Attila İlhan’ın “Hangi” serisi gazete/dergi yazılarından oluşur. Önce birinci yazıyı okudum. Yazı bitti “ben bunun altına imzamı atarım” dedim. Sonra ikinci yazı, aynı tepki. Üçüncü yazı; şaşkınım... Gece geç vakit kitap bitti. Koskoca kitapta, yazarın görüşlerine katılmadığım iki-üç cümle ya çıkar ya çıkmaz. Kendi kendime söylendim: İyi de biz niye dövüşüyoruz? O günden sonra hiçbir kavgaya girmedim. Tek yönlü okuma dönemim de sona erdi.

Kutuplaştıran bir dile pirim verilmediği bir Türkiye özlemiyle...