Lambalı radyolar

Halil ÖZAYDIN

Radyo ile dinleyicisi arasında samimi, gizemli bir ilişki vardır. Radyo dinlerken yeni deyimle eller serbest ve işinde, zihnimiz hayallerinde, gözlerimiz bizde kalır. Özlemlerimiz nağmeli sözlerle içimize sızar, derin nefesler alır, hikayelerimizin sözcükleri depreşir, cümleleri zihnimize dizilir. Türkülere davet eden, şarkılar söyleten radyolarımız. Hele, birlikte bir türkü tutturdun mu.! Sesler birleşir, nağmeler karışır, dünyayı bir kenara iter, unutursun kendini ve dertlerini.

Eskiden radyo dinlenirdi. Dinlerdik. Daha doğrusu ben kendimce, iyi bir radyo dinleyicisiydim. Hani, ‘Eskidendi o...' diye başladığımız, 'nereden nereye geldik' sözleriyle bugüne çektiğimiz, geçmiş anıları özleyen cümleler arasında gezinirken bizi sarmalayan, unutamadığımız yaşam kesitlerini sohbete dahil etme hallerimiz vardır ya ben şimdi oradayım.

Geriye dönüp baktığım, belli belirsiz hatırladığım o günlerin içinden geçerken, bugüne taşıdığım nostaljik sığıntılarımın içinde beni en çok etkileyen lambalı dekoratif radyoların unutulmaz anılarıdır. "Radyonun içinde insanlar ve müzik aletleri var mı?" diye düşündüğüm zamanları hatırlıyorum. Ve onları bulmak için radyoyu dağıttığımı, rahmetli babamdan güzelce azar işittiğimi de...

Küçüklüğümden hatırlarım. Yaş biriktirme skalası geniş olan arkadaşlar da bilirler. Transistörlü radyoların henüz keşfedilmediği zamanlarda bavul şeklindeki lambalı büyük radyoların, evlerin diğer eşyalarının yanında tek başına görkemli duruşları, hafızalarının bir köşesinde canlanıyordur. Pırıltılı, işlemeli ön panjuru, nazarlığa benzeyen arması, iki büyük düğmesi ve basmaya çekindiğimiz krem renkli küp şekilli dalga düğmeleri. İncecik kırmızı ibresi, yerli yabancı istasyon isimlerini yazan cam ekranı, klasik mobilya zarafetiyle evlerin en müstahkem yerinde duran aksesuarıydı. Annelerimizin, kız kardeşlerimizin oyalı işlemeli, kareli üçgen örtüleri ile tozlardan, kem gözlerden sakladığımız nazar boncuklu, estetik ve kitabi duruşuyla belleğimize resmettiğimiz o sükseli radyolarımız, çeyizlerin de vazgeçilmez gediklisiydi...

Akşamları pür dikkat ajans dinlemek için komşuları bir evde toplayan, gündüzleri pencerelerin perdelerinden süzülüp mahalleye tatlı esintiler dağıtan şarkı ve türkülerin sesi, maun renkli vernik kokan kasaları ile o radyolar zamanının iletişim devrimlerinin en iyisi, en makbulü, en sevileniydi...

Yeni nesil, yeni kuşak ya da Y ve Z kuşağı, kendinizi her nasıl tanımlıyor iseniz; Dijital devrimin kucağına, dokunmatik ekranların içine doğmuş sevgili gençler bu yazdıklarımı, devamında yazacaklarımı yadırgayabilirsiniz. Yarım yüzyıl öncesinden şimdilerde pek dikkate almadığınız televizyonların bile olmadığı zamanlardan bahsediyorum. FM "Frekans Modülasyonu" yayınları yoktu. Radyolar, İngilizce’den Türkçe’ye Genlik Modülasyon anlamıyla çevrilen ve dünyaca AM harfleri ile Kısaltılmış "Amplitude Modulation" yayınları olarak bilinen uzun, orta, kısa dalga yayınları ile çalışırdı.

Yurtdışı radyo istasyonları pek revaçta olduğu dönemlerdi o zamanlar. Kısa dalga olarak adlandırdığımız ve cam ekranında (25) metre, (31) metre, (41) metre şeklinde yazan yerlerinde dikkatle ve hatta kulak yaklaştırarak ince ayarla bulabildiğimiz (netleştirebildiğimiz) radyo istasyonlarını dinlerdik. Günün belirli saatlerinde Türkçe yayın yapan radyo istasyonların programları siyasal propaganda içerikli olsa da yurdum insanı o vakitler, TRT istasyonlarında dinleyemediği sanatçıların şarkılarını türkülerini dinlemek için o küçük yaşlarda pek de anlamadığım uzun konuşmaların bitmesini beklerdi. Yüksel Özkasap, Nuri Sesigüzel, Yıldıray Çınar ve Aşık Veysel gibi sanatçıları dinlemiştim. Dinleyici istekleri de "Almancı" diye nitelediğimiz sıla hasreti çeken gurbetçilerle kontak şekliydi bir yönüyle...

“Çekmeyen” kelimesi o günlerden kalan mirastır. Orta ve uzun dalga radyoların belirli mesafelerden sonra dinlenememesi (özellikle gündüzleri) radyonun çekmediği anlamı taşırdı. O zamanlar radyo frekanslarının atmosferik şartlardan etkilendiğinin farkında olmadığımız gibi Khz’lerden, Mhz’lerden de pek bilgimiz yoktu. Ama bildiğimiz, olmazsa olmazı vardı lambalı radyoların. Şimdilerde kulak içine giren kulaklık antenler yerine beyaz fincana benzeyen izolasyon aparatları ile komşu duvarına kadar metrelerce uzanan, ağaç dallarına bağlanan, bir tarafı da toprağa gömülen tel antenleri, pil ve elektrik yerine silindirik ve dört köşeli ağır ve gösterişli bataryalarla çalışırdı. Günümüzün antikası olan o lambalı radyolar evlerimizin değerli hazinelerinden biriydi o eski zamanlarda. Hatırladığım kadarıyla, 70’li yılların başında çanta radyolar dediğimiz transistörlü radyolar devri başlayınca, lambalı radyoları da evlerimizin köşesinden müzelere yolcu ettik.

Kısa dalga üzerinden yayın yapan başarılı radyolarımız vardı. Denizciler ve özellikle çiftçiler için yayın yapan Meteoroloji'nin Sesi Radyosu, güvenlik alanında yayın yapan Polis Radyosu en istikrarlı radyolarımızdı. Yine askeri alanda kısa dalgadan yayın yapan Mamak Muharebe Okulu, sadece denizciler için günde 30 dakika yayın yapan Bandırma Meteoroloji Radyosu'nu da sayabiliriz. Bu radyolar tek bir verici istasyonuyla tüm Türkiye ve sınır ötesi yayın yapma kabiliyetleri vardı. Artık bu kısa dalga radyoları, uzun ve orta dalga radyo istasyonları stratejik önemleri değerlendirilmeden teknolojik gelişmeler, maliyetler gerekçe gösterilerek yayın hayatına son verilmiştir. Ama çevre ülkeler ve Avrupa ülkeleri bu yayınlarını hala sürdürmektedirler.

Bir zamanlar Türkiye geneline yayın yapan radyo istasyonları ile bölgesel yayın yapan il radyolarının, radyolarımızdaki ibre evleri (uzun, orta, kısa dalga istasyonları) şimdi kimsesiz ve sessiz. Ailemizden, sokaklarımızdan öğrenemediklerimizi kulağımıza fısıldardı o radyolar. Radyo programları doğal hallerimizi, yaşam koşullarımızı dokunur, bizi kendine çekerdi. Her sabah saat 09:00 TRT ortak yayını ile başlayan Kadın Dünyası programını unutamam. O programın adı Kadın Dünyası'ydı ama hayatın bütün alanlarını dokunur, konuklarla söyleyişiler yapılırdı. Beklenen haber saatleri vardı. Müzik saatleri vardı ruh hallerimizi sakladığımız, beklettiğimiz. Sevda türküleri, aşk şarkılarıydı onlar. Her şarkı sevgiliye bir yol, her türkü hasretti uzaklara giden. Şimdi o programlar yok. O frekanslar da bomboş. Ses vermiyor. Renkleri de yok, tınıları da. Hikayelerimiz okunmuyor. Arkası Yarın kuşakları, Günaydın programları, Gecenin İçinden programları yok susturulan o istasyonların frekanslarında.

Yazımın başlangıcında eskilerden bugünlere çekmek istediğim nostaljik esintili sohbetim, eskinin neşeli halini bugünlere getiremese de o günlerin güzel, kıvamında bir yaşam esintisini anlıkta olsa gülümseyerek hatırlamış olduk. Böylesi durumlarda olumlu ya da olumsuz anlam taşıyabilecek uzunca bir “nereden nereye geldik” demenin bir önemi var mı bilemedim. Bazen nostaljinin iç burkan yanları da oluyor ama sizlerin hafızasında küçük bir anekdot kalsın istedim.

Radyo, ömrü hayatımızda bizden gitmeyen bir dost, bir arkadaş, duvarlarımızda pencereler açan koca bir dünya, dokunulmayı bekleyen ses verenidir. Dileğim, radyosuz kalmayın. Radyonuz her daim açık olsun ki, yorulmayın. Elleriniz, gözleriniz, hayalleriniz sizinle kalsın. Kendinizi sevin, önem atayın. Gülümseyin...

Sevgilerimle.

Açıklama:

AM: Genlik modülasyonu anlamına gelen "Amplitude Modulation" kelimelerinin kısaltmasıyla oluşmuş bir terimdir. Radyo sinyallerinin yayınlanmasında kullanılan en yaygın yöntemdir.

FM: "Frekans Modülasyonu" teriminin kısaltmasıdır.