Macaristan Vonyarcvashegy VIII.HELIKON International Art Colony'e davetliyim.
Bu beşinci gidişim olacak. Yine de heyecanlanıyorum yola çıkma günüm yaklaştıkça... Kaç kez gitmeme rağmen gümrük işlemlerinde "Bir aksilik çıkar mı?" düşüncesini ve uçağı kaçırırım korkusunu yenemiyorum nedense. Derken efeler ressamı Mustafa Ali Kasap ile birlikte düştük yola... Yanımda arkadaşlarım olduğu zaman daha bir rahat hissediyorum kendimi. İzmir İstanbul aktarmalı uçuş sonrası ver elini Budapeşte.
Havaalanında görevli arkadaş bizi karşıladı ve iki buçuk saatlik bir araç yolculuğu sonrasında otelimize varacağız. Tuna nehri üzerinde köprüden geçiyoruz. Kocaman bir nehir ve üzerinde gemiler. Nehrin bir yanı Buda diğer yanı Peşte iki ayrı şehir iken zamanla Buda ile Peşte, olmuş sana Budapeşte... Tarihi binaların, sarayların ve müzelerin bulunduğu harika bir şehir. Kocaman bir meydanı var. Adı Kahramanlar meydanı, anıtlar ve heykellerle dolu. Geçen sefer Juli'mle bol bol gezmiştik. Bu kez gezmeyeceğiz...
Vonyarcvashegy Belediyesi kültür müdürü sevgili kardeşim Julianna Illes Major küratörlüğünü yapıyor çalıştayımızın. Konaklama yerimiz ise iki yıl önce de konakladığım tepede beldeye hakim bol yıldızlı Zenit Hotel...
Otelin çevresinde bağlar, yukarıdan görünen manzarası ise müthiş. Çünkü burada şarapçılık önemli. Karşımızda Avrupa'nın en uzun gölü Balaton... sessiz, sakin, doğal. Vonyarcvashegy Balaton gölünün kıyısındaki turistik beldelerden biri. İzmir'in Çeşme'si gibi... Kışın in cin top atarken yazın nüfus patlaması yaşanıyormuş. Dikey şehirleşmeye izin verilmeyen beldede evler tek kat, yüksek ve dik çatılı. Çatıların öyle dik olması hem yoğun yağan karın tutmaması hem de bir çatı katı kazanmak içinmiş. Otelimizde kaldığım odam da betonarme çatı katı. En hoşuma giden yanı ise gökyüzüne doğru açılan penceresi. Sabah gözümü açmamla bir hafif müzik eşliğinde dans eder gibi yağan karların seyrine doyamadım. Hemen telefonuma sarıldım ve facebook üzerinden ilk canlı yayınımı gerçekleştirdim arkadaşlarım da görsünler diye. Ne de olsa İzmir'de kara hasretiz...
Katılımcı sanatçı tek Türk ben değilim. Mustafa Ali Kasap'ın dışında Kamer Batıoğlu, Müjde Ayan, Orhan Zafer ve şair arkadaşımız Serdar Ünver de bizimle. Diğer ressam arkadaşlarımız ise Sırbistan, Özbekistan ve Macaristan'dan. Elbet küratör olmasına rağmen çok da iyi bir ressam olduğundan tatlı kardeşim Julianna Illes Major de bizimle çalıştı. Arkadaşların çoğunu tanıyorum geçmişte katıldığım kolonilerden. Karşılaşınca kırk yıllık arkadaş gibi kucaklaşıyoruz... manzaraya karşı ayak üstü bir şeyler içip sohbet ediyoruz fıçılardan oluşan masalar çevresinde. Dil, din, ırk... hiç bir şey önemli değil. Sanat birleştiriyor bizi...
Güzel anılar birikiyor bir bir anı kumbaramızda. Kamer ilk gece yakası kürklü paltosunu askıya asmış ve yatmış. Yabancı yer ya... Gecenin bir vakti uyanmış, odada saçlı sakallı bir adam öyle duruyor. Korkmuş, yatakta büzülmüş, uzun süre beklemiş, sonra uyuyakalmış. Sabah bakmış meğer paltosu. Ertesi gün sordum "o adam yine geldi mi?" "Yok paltoyu asmadım, koltuğa yatırdım" Benim güzel arkadaşım çok şeker...
Juli profesörlük ünvanlı bir kültür elçisi. Türkleri çok seviyor. Evinde sürekli Türk bayrağı asılı. Beş dil biliyor ve Serdar da Macarca bildiği için sohbetlerimizde bize tercümanlık ediyorlar. Kimi zaman da tarzanca konuşuyoruz. Mustafa Ali Sırpça ve Macarca öğrenmeye merak saldı. "Teşekkür ederim" Macarca "Kösönöm" kısaca teşekkür anlamına gelen "Kösi" de diyorlar. "Ege şegedre" ise "Sağlığına, afiyet olsun" gibi durumlarda kullanılıyor. Mustafa Ali öğrendi ya... bir iki söyledikten sonra kısaltıp ha bire "şegedre" demeye başladı. O söyledikçe insanlar birbirlerinin yüzüne bakışıyorlar. En sonunda Sırp ressam Janko Laco dayanamamış. "No şegedre. Ege şegedre" sonra "Şegedre" diyerek poposunu işaret etmiş... Eh Mustafa Ali... bilmediğin dili ne kısaltmaya kalkışırsın...
Anılarımızda yanlış anlaşılmalardan söz ediyoruz. Karı koca eş Ferdinand Takacs ve Livia Szencz daha önceden Türkiye'ye gelmişlerdi. Ferdi orada Türk arkadaşlarından kahve istemeyi öğrenmiş. Hani biz deriz ya "Bir kahve, iki şeker" o da garsona seslenmiş "Bir kahve iki şekersiz" Buna benzer komik anılarımızı anlatıp gülüşüyoruz. Alim Adilov Özbek asıllı ama yıllardır Macaristan'da yaşıyor. İyi bir ressam olmasının yanında dizi film ve sinema oyuncusu... Ivan Sarcevic, Kovacs Karoly, Nemeth Laszlo ve Zoran Vajdic de bizimle...
Of bu saat farkı burada da sıkıntı. Normalde aramızda bir saat fark var. Yani biz saat 2.00 iken onlar 1.00 oluyordu. Eh bizimkiler saatlerle oynayınca bu fark çıktı iki saate. Yani 12.35 te uçağa bindik 12.40 ta Budapeşte idik. Elbet iki saat beş dakikada gelmiştik. Ama 5 dakika gibi idi saat üzerinde. Bu yemek saatlerinde ve güne başlayışta da biraz beni zorluyordu. Yani İzmir'de saat 13.00 te öğle yemeği yiyen ben saat 15.00 te yiyince acıkıyordum. Şöyle çözüm buldum. Meyve alıp çantama atıyor, normal yemek saatimde meyvemi yiyor, sonra herkesle bir yemeğimi yiyordum...
Büyükçe bir salonu atölye olarak kullanıyoruz. Herkes bir yere yerleşmiş çalışıyor. Müjde kendine özgü farklı çalışıyor. Kat kat sürdüğü boyanın kurumasını çabuklaştırmak için sürekli kurutma makinesi kullanıyor. Çok emek veriyor ama sonuç mükemmel... Birbirimizin çalışmalarını izliyoruz. Herkesten yeni bir şeyler öğrenmek güzel. Arada bir Serdar bize şiir okuyor... Haa... o kabul etmese de iyi bir fotoğraf sanatçısı bana göre aynı zamanda. Unutulmaz anılarımızı belgeliyor. Janco gitar çalıyor, şarkı söylüyor. "Üsküdara gider iken aldı da bir yağmur" ve "Hatırla sevgilim" şarkısını o çaldı, ben söyledim...
Öğleden sonra Mustafa'ya gel havuza inelim dedim. Havuz, sauna, jakuzi, spor salonu hepsi mevcut. Otel duvarlarında hatta koridorlarda bile gerçek, değerli resimler... Mustafa mayosunu almış ama terlik unutmuş. Üzerinde bornoz, ayaklarında postal indik havuza. Görüntümüze kendimiz de güldük. Ertesi gün juli evden ona terlik getirdi. Ama parmak arası şıpıdık terlik. Oldu mu sana Mustafa parmak arası şıpıdık terlikli efelerin ressamı. Hem gülüyor hem de söyleniyor "Ya Hülya bari üstünde çiçekleri olmayaydı"
Termal havuza girdik. İkimiz de gözlüksüzüz. Allahtan o yakını ben uzağı görmüyoruz. Yani sağlam gözlü bir kişi gibiyiz. O sırada havuza birileri geldi. Bizim arkadaşlar sanarak sordum. Aldığım yanıt şuydu "Yok onlar turist..." biz neysek... sanırsın Macaristan'da değil Çeşme'de oteldeyiz.
Akşamdan "Sabah yürüyelim" diye sözleştik. Sabah bir de baktık kar yağıyor. İki kar görmemiş masum İzmirli kimi selfi çekildik, kimi zaman birbirimizin fotoğrafını çekerken çocuklar gibi şendik. Bir yandan da birbirimizi uyarmaktan geri durmuyorduk. Ben ona "Kaşkolunla başını sar, sonra Filiz kocamı hasta etmişsiniz demesin" derken o da bana "İstersen dönelim, Hikmet neden karda dolaşmasına izin verdin diye bana söylenmesin" diyordu... haa biz ailecek tanışıyoruz, yakınız onlarla...
Ne kadar çok içecek olursa olsun çay burnumda tütüyor. Ama ona da çözüm buldum, tam yerini tutmasa da idare ediyor. Küçük termosa az ılık su ile yeterli çayı koyup 5 dakika dinlendirdikten sonra sıcak su ekliyorum üstüne ve demlenmesini bekliyorum. Mis gibi, sonra hepimiz içiyoruz...
Ben bir tablo bitirene kadar Mustafa iki tablo bitirdi. Juli'ye dedim ki "Çok öfkeleniyorum kardeşim. Mustafa'nın resmini gidip bozacağım" Benim akıllı Juli'm yanıtı yapıştırdı "Gerek yok tatlı Hülya'm. Ona tuval çok, sana zaman çok..."
Aziz Michail kilisesi ve seyir tepesini gezdik. Pek çok ağaç heykeller vardı. İsa'nın çarmıha gerilmiş hali ve başka havarilerin vs.nin ağaç heykelleri. Manzara müthiş... Bol bol fotoğraf çekildik. Orhan da bol bol eskiz çizdi...
Balaton gölünün kıyı şeridi boydan boya plaj ve park... halkın kullanımına açık. Ne yol geçiyor ne de çok katlı binalarla nefes alması engellenmiş. Uygun havalarda yemyeşil geniş alanlarda çoluk çocuk sere serpe dinleniyor, güneşleniyor burada. Çimlerin üzerinde büyükçe ağaçlar, çiçekler... Çeşitli hayvan figürleri ve bir takım olayları temsil eden ağaç heykeller... balık tutanlar... gölde kuğu, yeşilbaş ördek ve çeşitli kuşlar... rengarenk kayıklar... suyu öper gibi dallarını göle uzatmış salkım söğütler, ağaçlar... huzur...
Her şey mükemmeldi ancak son iki gün kala rahatsızlandım. Bir baş dönmesi düşmanıma vermesin cinsinden. Vertigo olmuşum... Bir sonraki yazımda bu konuyu anlatacağım. İki gün odada yattım. Arkadaşlarımın hepsi ilgilendiler sağ olsunlar ama son gezilerine katılamadım. Gittikleri yerleri geçmişte gördüğüm için çok da hayıflanmadım... Son gün düzenlenen bir sergi ile katılım sertifikalarımız verildi. Sabah erken sersem sepelek sağ olsun Mustafa Ali kardeşimin kolunda İzmir'e ulaştım...
Hülya Sezgin / hulyasezgin@hotmail.com