Rahmetli Turgut Özal Cumhurbaşkanı iken, “iyi ki petrolümüz yok” demişti. Böyle bir zenginliğe sahip olmayı istememesinin iki sebebi vardı:
Birincisi, petrolü olan ülkeler tembelleşiyor, eğitim gibi, üretim gibi gelişmiş bir ülke olmanın gereklerini yerine getirmiyordu.
İkincisi, gelişmiş ülkeler petrol kaynağına sahip olan ülkeleri sömürge haline getirmek için her şeyi yapıyordu.
Venezuela, Suudi Arabistan’dan bile çok (265 milyar varil) petrol rezervine sahip, 30 milyon nüfuslu bir ülke.
Ama halkı yokluk ve yoksulluk içinde. Ülkede güvenlik yok, huzur yok; açlık var, sefalet var, yaşanamaz bir halde.
Venezuela iki parlamentosu ve meşru lider olduğunu ilan eden iki Devlet Başkanı olan, halkın ikiye bölündüğü, her iki başkanı destekleyen iki ayrı devletler bloğunun oluştuğu siyaseten de bir kaos ülkesi.
***********************************
PETROL ZENGİNİ ÜLKENİN SEFALETİ
Venezuela, 1999 ile 2015 yılları arasında petrolden 900 milyar dolar para kazandı. Ama ekonomisi perişan. 140 milyar dolar borcu var.
Tıbbi ilaç, araç, gereç dahil hiçbir şey ithal edemez halde. Zaten kendisi de üretim yapamadığı için ülke yokluk ve kıtlık içinde.
Enflasyon oranına inanmak çok güç, yüzde 1 milyon 370 bin.
Halkın yüzde 35'i günde sadece bir öğün yemek yiyebiliyor.
Dört milyon kişi, yani nüfusun yüzde 12'si ülkeyi terk etti.
Günde 15 saatten fazla elektrik kesildiği oluyor, her gün düzenli sekiz saat su kesintisi yapılıyor. Yeterli elektrik üretilemediği için, kamu kurumları haftada beş gün tatil ediliyor, sadece pazartesi ve salı çalışıyor.
Paranın değeri kâğıdı kadar bile değil. Para yerine takas sistemi geçerli hale geldi.
Suç patladı, gasp, soygun, cinayet olayları tırmanıyor. Can ve mal güvenliği kalmadı.
Venezuela’nın Başkanı Maduro bütün bu olumsuzlukları “dış güçlerin ekonomik saldırısı” ile açıklıyor.
16 yılda bu ülke, nasıl oldu da bir trilyon dolardan fazla para harcadığı halde kendine yeten veya ihraç edebileceği bir üretim yapamıyor?
Kazandığı paraları verimsiz alanlara harcayıp, kamunun varlıklarını yandaşların talan etmesi de herhalde dış güçlerin işi değildi.
***********************************
NELER OLDU?
Venezuela’da 1999 yılında göreve gelen Hugo Chavez Anayasayı ve devletin yönetim şeklini değiştirmişti. O’nu başkanlıktan indirmenin hukuken mümkün olmadığı bir yönetim sistemi kurmuştu.
Chavez hastalanınca, lise mezunu otobüs şoförü Maduro “başkan” olarak devam etti.
Nisan 2013’de yapılan şaibeli Başkanlık seçiminde Maduro, yüzde 50.6 oyla kıl payı kazandı.
Fakat 2015'te yapılan parlamento seçiminde Maduro, devlet gücünü kötüye kullanmasına rağmen, hezimete uğramaktan kurtulamadı. Muhalefet ezici çoğunlukla kazandı.
Maduro hükümeti, 2016 yılında meclisin yetkilerini aldı. Yasama yetkileri daha sonra Maduro çoğunluğundaki Kurucu Meclis'e verildi.
Parlamentoda çoğunluk olan muhalefetin erken seçim, referandum ve Başkan Maduro’nun azledilmesi teşebbüsleri başarısız oldu. Çünkü Maduro ile kendisine sadık Seçim Kurulu ve Anayasa Mahkemesi tarafından engellendi.
Olaylar bu defa sokağa yansıdı. Maduro’ya bağlı devlet güçleri sert tedbirler uyguladı.
Meclis Başkanı Juan Guaido kendisini "geçici devlet başkanı" ilan etti. Akabinde ABD Başkanı Donald Trump ve arkasından AB’nin güçlü ülkeleri ile Latin Amerika ülkeleri Guaido'yu başkan olarak tanıdı.
Buna karşılık Rusya, Çin, Türkiye ile diğer bazı devletler, ‘Venezuella’nın yasal olarak kurulmuş hükümeti’ olarak gördükleri Maduro’ya destek verdiler.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu desteğini 'Maduro kardeşim! Dik dur, yanındayız' diyerek ifade etti.
Her iki tarafı destekleyen devletlerin derdinin Venezuela’da demokrasi olup olmaması değil. Her devlet kendi menfaatleri açısından yararlı gördüğü tarafı destekliyor.
Her şeye rağmen ABD bir ülkeye demokrasi getireceğini vaat ediyorsa biliyoruz ki, o ülkede kanlı çatışmalar olur. Venezuela halkı için çok daha sıkıntılı bir yeni dönem gelecek demektir.
Ama Türkiye’nin Maduro’yu desteklerken ABD bloğunun karşısındaki Rusya ve Çin bloğu yanında yer almasında hangi menfaatleri olduğunu şimdilik bilmiyoruz.
***********************************
SEÇİLMİŞLERE SAYGI
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Maduro’ya desteğinin gerekçesi “seçilmiş olanlara saygı”, bir başka deyişle “seçimle gelen seçimle gitmeli” ilkesi idi.
Gerçi Maduro’nun gerçek bir seçim zaferi sonucu Başkanlık yaptığını söylemek pek kolay değil.
Venezuela’da son Başkanlık seçiminde, yüzde 54'lük muhalefet bloku seçimleri boykot ettiği için, katılım oranı yüzde 46'da kaldı. Buna rağmen Başkan Maduro seçime katılan yüzde 46''lık seçmenin yüzde 65'nin oyunu alarak seçildi. Yani toplam seçmenin ancak yüzde 29,9'unun oyunu alabildi.
“Bir devlet bir başka devletin yönetimini belirleyemez” deniyorsa ve “seçimle gelenlere saygı” isteniyorsa Suriye’de Esad’ın düşürülmesi için çok çeşitli çabalar gösteren Türkiye’nin tutumunu açıklamakta zorlanırız.
Türkiye içinde, seçilmiş Başbakan A. Davutoğlu ile Ankara ve İstanbul dâhil çok sayıda seçilmiş belediye başkanının “metal yorgunluğu” bahanesiyle görevden alınmasını da izah edemeyiz.
***********************************
TÜRKİYE İLE BENZİYOR MU?
Venezuela’da olup bitenlerin Türkiye ile tam benzer olduğunu söyleyemeyiz. Türkiye’de petrol geliri yok, seçimlere katılma oranı yüksek, ekonomik yapı bu kadar bozuk değil.
Ancak benzerliklerimiz var ve buradan çıkaracağımız dersler olduğu açık.
Türkiye de (Venezuela gibi) son 16 yılda üretim ve eğitimi ihmal etti. Paranın bol olduğu bu dönemde verimsiz alanlarda, israf ve yolsuzluklarla kaynaklarımızı tükettik. Çok borçlu bir ülke haline geldik. Bizde de kaliteli insan kaynaklarımız ve sermaye yurtdışına kaçmakta.
Bilgi, sanayi ve tarım ürünleri üretemediğimiz için her şeyi ithal eder hale geldik, borçlarımızı ödemekte güçlük çekiyoruz.
Türkiye de gittikçe otoriterleşme eğilimi gösteren bir başkanlık modeline geçti. Hukuk devletine olan güven azaldı. Ekonomik kriz için alınan tedbirlerde bile bilim ve devlet aklı değil, ideolojik saplantılar etkin.
Venezuela makul ve akıllı tedbirler almayan ülkelerin varabileceği dramatik noktayı gösteren bir örnek.
Türkiye bu hale gelmez demeyelim. Doğru tedbirleri gecikmeden alalım.