Mahallenin fiyakalı erkekleri

Murat YAZAN

Bugün 25 Kasım…

Kadına şiddetle mücadele günü.

Bu şiddeti kimler uyguluyor? Şiddet kadınlarla mı sınırlı kalıyor ve tek sorumlu erkekler mi?

“Sessiz anneler” adlı köşe yazımı yazdıktan sonra dostlarımdan son derece samimi itiraflar, kolayca ifade edilemeyecek aile hikâyeleri dinledim, okudum. Konuya dair hemen herkesin ağır bagajları var.

Özellikle geceleri şehirlerarası yolculuk yaparken bir kasaba ya da ilçenin yakınlarından geçerken pencerelerdeki ışıkları görürüz. Evlerin içinde nasıl bir yaşam olduğunu merak eder, evin yeri ve yapısına göre hayatlarını anlamaya çalışırız. Hayat önemli kısmında tatsızdır.

Mahallenin fiyakalı erkekleri sabah evden çıkar, Kıyafetleri temiz, ütülü, ayakkabıları boyalıdır. Saçları özenle taranmış, traşlı ve bakımlıdırlar. Emekli olanları kahveye giderken esnafla selamlaşır, ayaküstü sohbet ederler. PR çalışmasını bu şekilde yapar ve mahalledeki itibarlarını korurlar. Kahvede arkadaşlarına çay ısmarlar, sohbet eder, sosyal maskelerini yüzlerinden düşürmeksizin akşamı getirirler. Tanımayan herhangi biri mahalleye gelip haklarında soru sorsa ne kadar efendi, cömert, iyi bir aile reisi olduğu yeterince ikna olmuş mahalleli ve kahve müdavimlerince anlatılır.

Mahallenin fiyakalı genç ağabeyi işe giderken sabah erken açan pastaneden poğaça alır, sohbetini eder. Her gün 07:30’da bindiği otobüste birbirine aşina yolcularla sohbet eder. Hatta onlara da aldığı poğaçaları ikram eder. Yolcular arasında sonsuz itibarı vardır.

Mahallenin fiyakalı iş adamı şoförünün açtığı kapıdan arabasına biner, mahalleden çıkana kadar esnafla selamlaşır. Sadece bindiği araç ve takım elbisesi bile mahallede itibarı için yeterlidir.

Akşam olunca eve dönerler.

Sorun da orada başlar…

Anlatacaklarım elbette her erkeği kapsamıyor. Ama azımsanmayacak bir kitleden söz ediyorum.

Ev onların tek başına hâkim oldukları yegâne alanları, krallıklarıdır. Eşleri, çocukları, kardeşleri onlar için “tebaa”dan ibarettir. Onlara istedikleri kadar zulmetme hakkını kendilerinde görürler. Dayak, aşağılama, psikolojik ve ekonomik şiddet gırla gider. Günlük hayatta yaşadıkları sorunların acısını onlardan çıkarır, geçmişe dair yaralarının intikamını ilgileri olmamasına rağmen onlardan alırlar.

Aile kan kusar, “kızılcık şerbeti içtim” der. Anne ortalığı toparlar, komşulara çaktırmaz. Şiddet gördüğü kocasına sofra hazırlar, kıyafetlerini ütüler, ayakkabılarını boyar, ertesi sabah onu aynı şekilde evinden uğurlar.     

Bu döngü neredeyse her gün yaşanır.

Mahallenin fiyakalı erkeklerinin altı boş değildir aslında. Orayı zaman zaman evin anneleri doldurur, hatta erkekleri de yönlendirirler.

Anneler genellikle kız çocuklarına söz geçiremediklerinde erkekleri maşa olarak kullanmayı seçebiliyorlar.

Karşılaştığım vaka öykülerinde kızını ağabeyine dövdüren anneler olduğunu öğrendim.

Kayınvalidenin damadı kızına karşı doldurduğunu duydum, okudum.

Kızına gösterilen şiddeti görmezden gelen annelerin sessiz kalarak suça ortak olduklarını duydum, okudum.

Mahallenin fiyakalı erkekleri ne kadar itibarlıysa o anneler de kendi çevrelerinde iyi birer anne ve eş olarak tanınırlar.

Bunun çocuklar üzerindeki etkisi ne olur?

Kız çocukları evlilikten korkar, güvenecekleri adamlarla karşılaşınca evliliğe karar verirler. Bir kısmı evdeki zulümden bıkar, karşılarına çıkan ilk taliple evlenirler. Bu zulümden sadece kız çocuklar etkilenmez. Evin erkek çocukları da etkilenir. Bir kısmı baba tavrını kendilerine kopyalayıp evliliklerinde terör estirirler            .

Kadına şiddet karmaşık ilişkiler ağlarını içerir. Suçlu sadece erkekler olmaz. Bazen kadın da kadının “kurdu” olur. Bunu erkek şiddetini normalleştirmek için yazmıyorum. Kadına şiddete doğru bir bakış çözüme dair umutlarımıza katkı sunacaktır.