Bu tek adamlı ucube sistem, Büyük Ortadoğu Projesi dahilinde Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli'nin aparatlığı ile Türk milletinin başına geçirilmiş bir çuvaldır.
Aparatların gözetimi, denetimi ve kontrolünde çuvalın ağzı bağlanmıştır. Hepimiz çuvalın içinde esiriz; hainimiz, puştumuz; ırz düşmanımız, namuslumuz; ahlaklımız, şerefsizimiz; idealistimiz, hümanistimiz... Hepimiz de çuvalın içinde rahat bir pozisyon almak için sürekli hareket halinde cebelleşip duruyoruz.
BOP'un İki aparatı tarafından iğdiş edilmiş beyinlerimiz çuvalın içinde rahat bir pozisyon aramanın dışında ağzına atılmış düğümün nasıl çözülebileceğine dair kafa yormuyoruz. İki tek adamın kaderimiz haline getirip, alayımızı alıştırdıkları çuval esaretini kanıksamış durumdayız.
"İki aparat" zaman zaman çuvalın yerini değiştirseler de bizlerin çuval içerideki pozisyonlarımız üç aşağı beş yukarı hep aynı; ya sesimizi kullanacağız, ya da gücümüzü kullanacağız; ayaklarımızı aynı istikamete alıp topuklarımızın gücünü birleştirip çuvalı patlatacağız, ya da; seslerimizin gücünü birleştirip hep beraber efkarı umumiyeye sesleneceğiz; "sesimizi duyun, bizi fark edin; hepimiz burada azar azar ölüyoruz" diyeceğiz.
İmamoğlu ve sözcüleri "dört yıldır kamu bankalarından talep ettiğimiz kredileri hiç bir bankadan alamadık. Merkezi hükümet tarafından onaylanmadığı için uluslararası kredi taleplerimiz onaylanmadı" diyorlar. Yani bir anlamda şunu demiş olmuyor mu; "Bu ucube sistemde halk yerel yönetimlerde muhalefet adayını kazandırırsa bizatihi kendisini cezalandırmış oluyor". O zaman soruyorum ; "Sayın İmamoğlu, seni bir daha niçin seçeceğim. Bu şikayet ettiklerinin olmaması için sistem değişikliği gerekiyordu, millet senin ve Mansur Yavaş'ın cumhurbaşkanı olmanızı istedi ama korktunuz, talebini ret ettiniz, aksine ucube sistemin vesayetini kabul ettiniz, aparatı oldunuz"
Sistemi ret ettiğim için ona bağlı "iki tek adam" iradesine bağlı her türlü seçimi de ret ediyorum. Çuvalın içindeki pozisyonumuzda yer değişikliğine değil, ağzındaki düğümün çözülmesine ihtiyacımız var. Tek adam iradesindeki bir ülkede mahalli idarelerin de seçimlerinin de sonuçlarının da bir anlamının ve öneminin olmadığını düşünüyorum.
Artık şunu fark edip bilincinde olmalıyız ki; bu ucube tek adam sisteminde mahalli idareler (belediyeler) parlamenter sisteme göre tanımlanmış olan misyonlarını ve işlevlerini yitirmişlerdir. O nedenle, bu ucube sistemde mahalli idarelerin filen işleyişi istavrit iğnesi ile orkinos avlamak olur ki; nah tutarız. Aslında mahalli idareler yasasının bu ucube tek adam sistemine göre güncellenmesi veya tamamen mahalli idarelerin de merkezi hükümete bağlanması gerekir. Avrupa'nın bir çok ülkesinden daha fazla nüfusa sahip İstanbul'da neredeyse geldiği günden beridir taksi sorununu çözememiş İmamoğlu hangi sorunu çözebilecektir; gerçekçi olalım lütfen. Bu durum tatbiki İmamoğlu'ndan kaynaklanmıyor; tamamen ve tamamen sistemin doğal işleyişinden kaynaklanıyor.
Efendim "Öyleyse Cumhur İttifakı'na teslim mi olalım?" diyenlere sözüm "sonuç itibarıyla seçmekle taksi sorununu çözebilecek bir gücü ve yetkiyi bile kendisine kazandıramadığımız belediye başkanı ile devasa sorunlar nasıl aşılacak, nasıl başarılı olunacaktır?"
Bu ucube sistemde tek başına en güçlü irade tek adam iradesi ise muhalefetin başarılarına kesinlikle yol vermeyecek, mümkün oldukça da engel olacaktır. O nedenle eğer verilmesi gereken bir mücadele, yapılması gereken bir kavga varsa önce sisteme karşı olmalı onun da başlama vuruşu "her türlü ittifaka hayır" diyerek yapılmalıdır.
Yahu şunu itiraf etmek çok mu zor? Merkezi hükümete rağmen mahalli idareleri muhalefetin kazanması bu ucube sistemde halkın kendi kendisini cezalandırması değil de nedir?
Türk milliyetçiliğinin yakasını bırakın
Dinden azade Türk milliyetçiliği hareketi fikir üretebilmiş, senaryo yazabilmiş, iddia ortaya koyabilmiş ta ki; önce "Türk İslam sentezi" sonra din ile daha barışık olsun, "proje" tutsun diye "Türk İslam ülküsü"ne evirilene kadar. Zamanında bu şekilde güncellenmiş "Türk milliyetçiliği hareketi" siyasal İslamcıların kontrolünde BOP'a aparat yapılarak fikir, düşünce ve her türlü eylemlerden, doğal reflekslerinden vaz geçirilmiştir.
Devamında "Lider, doktrin, teşkilat tartışılamaz" dayatması ile Türk milliyetçisi olup da özgül ağırlığının farkında olan her bireyin duruşunun iğdiş edilmesini talep eden bu söylem ile tamamen siyasetin tahakkümü altına sokulan Türk milliyetçiliği hareketi ne düşünce üretebilmiş, ne de adam yetiştirebilmiştir.
Türk milliyetçiliğinin iddialı ve üretken olabilmesi için amasız, fakatsız siyasal İslamcılar ile her türlü ilişkili ve iltisaklı olma haline son vermeli, ümmetçiliğe doğrudan karşı olmalıdır. Milliyetçiliğin dini inançlardan etkilenmesi başka, tamamen onun tahakkümüne girmesi çok farklı şeyler.
Dini inanç, sorgulaması yapılmayan baskın bir kültür olduğu için her zaman özel kültür olan milliyetçiliği ezmek, etkinliğini kırmak ister. Nitekim bugün için olan da budur; BOP dahilinde ümmetçiliğin tahakkümü altına sokulan "Türk milliyetçiliği "ne Türk çocuklarının körpecik yüreklerine Türk olma onur ve şuurunu aşılayan "Ant'ımızın okullarda okunmasını ret ettirmişlerdir.
Devlet Bahçeli'nin meclisi terk etmesi ...?
CHP Genel Başkanı'nın konuşması sırasında meclisi terk eden Devlet Bahçeli, HÜDAPAR Genel Başkanı'nın konuşması sırasında ise kesinlikle yapması gereken aynı davranışı yapmayarak "Özerklik ve eyalet sistemine geçişi konuşup tartışalım" cümlelerini dinleme gafletinde bulundu bile demeyeceğim bilakis bilerek ve isteyerek dinlemeyi tercih etti.
Devlet Bahçeli'nin bu denli aymazlığının nedeni ne olabilir; Cumhur İttifakı'nın iki birleşeni danışıklı olarak yol olsun diye, söz konusu cürete karşı Türk milletinin mukavemetini mi test etmek istediler.
Lütfen, Devlet Bahçeli'nin HÜDAPAR Genel Başkanı'nın malum ifadeleri karşısındaki kasıtlı sessizliğine büyük anlamlar yükleyerek nedenlerini sorgulayalım. Herkes belediyeleri konuşuyor, belediyelerin canı cehenneme! Asıl konuşulması gereken istikrarlı şekilde AKP ve Erdoğan'ın sürekli arkasında duran, belki son 25 yılda gerek özelde Türk milliyetçiliği hareketi gerekse genelde en son sistem değişikliği olmak üzere her değişim ve dönüşümün arkasındaki güç olan Devlet Bahçeli'nin ne yapmak istediğini çözmek ve anlamak lazım diye düşünüyorum.
Türk milliyetçiliği açısından baktığımızda, banisinin rahmetli Alpaslan Türkeş'in olduğu "Antalya Türk ve Akraba toplulukları Kurultayı''nı kaldıran, özerkliğe kapı açan ikiz yasaları imzalayarak geçit vermesi, AKP ve Erdoğan ile bir olup Türk çocuklarının körpecik yüreklerine Türklük gurur ve şuurunu aşılayan Ant'ımızın okunmasının kaldırmasını sağlaması, tek millet, tek dil, tek din diyerek milletin tamamlayıcı tarifini yani Türklüğe atıf yapan isim ve sıfatları kullanmamak için özel bir çaba sarf eden Recep Tayyip Erdoğan'ın niçin kesintisiz arkasında oluyor da; Türk milliyetçilerinin bir projesi olan İYİ Parti ve onun mensuplarına illet zillet diyerek hakaret edip aşağılamaya devam eder?
Devlet Bahçeli'nin HÜDAPAR Genel Başkanı'nın bu cüreti karşısındaki suskunluğunu aynen sistem değişikliğindeki rolü ve gücünü dikkate aldığımızda çok planlı ve projeli olduğunu düşünüyorum. HÜDAPAR Genel Başkanı'nın adeta Devlet Bahçeli, MHP koruması, güveni ve gözetiminde meclis kürsüsünde özerklik ve eyalet yapılanması gibi ifadeleri kullanmaya cüret etmesinden son derece ürktüm ve tedirgin oldum. Bu bir "Yol olsun" cüretidir.
Dolayısıyla, İYİ Parti'nin varlığını yukarıda ifade edip sorgulamaya çalıştığım ürperti ve endişelerimi dikkate aldığımda çok önemsiyorum. İYİ Parti'nin varlığına kendisi hariç başkaları tarafından CHP'ye hep kazandırmak gibi bir misyon yüklendiği için kendi iradesi ile belirlediği tek başına ve özgür siyasi duruşu ile ne yapmak istediğini anlamaya çaba gösterilmeden haksızlık yapılıp takdir edilmemekte. Kaotik bir ortam yaratılarak ne yapmak istediği anlaşılmaz kılınmak isteniyor.
Yerel seçim süreci bittiğinde İYİ Parti'nin daha iyi anlaşılıp takdir göreceğini düşünüyorum.