Sayın Mahir Ünal;
Kahramanmaraş’taki kitap fuarında yaptığınız bir konuşmada, hem de Cumhuriyet Bayramı arifesinde, "Tarihteki en sert kültürel devrim Türkiye’de yaşanmıştır. Mesela Fransız Devrimi her şeyi yıkmıştır ama lügate yani dile dokunmamıştır. Yine en sert devrimlerden bir tanesi MAO’nun Çin’de yaptığı kültürel devrimdir ve o da dile dokunmamıştır. Ama maalesef bir kültür devrimi olarak cumhuriyet bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hâsılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir.", “Bugün konuştuğumuz Türkçe’nin düşünce üretebilmesi mümkün değildir.” diyerek harf devrimine ve Cumhuriyete saldırdınız.
Şurasını biliniz ki, harf devrimi ve Cumhuriyet düşünce setlerini değil, düşüncenin önündeki setleri yıkmıştır…
Düşüncenin önündeki engel Türk Abecesi ve Türkçe değildir. 17. Yüzyıldan sonra yalnız Osmanlı’nın değil tüm İslam Dünyasının, bilimsel, sosyal, ekonomik bir başarıya imza atmamış olması bile, bu suçlamanın ne kadar haksız ve mesnetsiz olduğunu gösterir… Arap Alfabesini terk etmemiz düşünce setlerimizi yıktıysa, kültürel geliştirmeyi engellediyse, Arap harflerini kullanmaya devam eden ülkeler hangi alanda bizden ileridirler?
Toplumdan gelen eleştiriler ve sanırım özellikle Sayın Bahçeli’nin “Hâdsiz” beyanı üzerine ardı ardına sözünüzü tevil etmeye çalışan açıklamalar yaptınız. Son açıklamanızda, Türk Dili, Türk Milleti kavramlarını kullanmamak için, “16 Devlet kurmuş millet” diyerek meramınızı anlatmanız bile Türkçenin zenginliğinin bir ifadesidir…
Sayın Ünal, Alfabe ve Cumhuriyet takıntısından kurtulup aşağıdaki konulara odaklansaydınız, ülkemizde ve tüm İslam Coğrafyasında düşünce üretmenin önündeki setlerin neler olduğunu daha iyi yorumlayabilirdiniz;
- Peygamberimizin vefatından kısa bir süre sonra, nepotist Arap geleneklerinden kurtulamayanların din kaynaklı siyasi cinayetleri işlemeye başlaması ve kabileci anlayışın iktidarı ele geçirmesi sonucu hilafetin saltanata dönüşmesi,
- İçtihat kapısı kapanmıştır diyen, felsefe ile uğraşanları tekfir ile suçlayan İmam-ı Gazali düşüncesinin genel kabul görmesi,
- İmamı Azam'ı zehirleyen, Cad b. Dirhem, Cehm b. Safvân, Hallac-ı Mansûr, Suhreverdî, İbn Mukaffâ, Beşşâr b. Bürd gibi yüzlerce âlimi katleden sözde Müslüman emirlerin, İslam’a getirilen her yorumu saltanatları için bir tehdit görmeleri,
- Uydurulan kimi hadislerle, Kur’an’ın evrensel mesajının, bölgeci, kabileci bir çerçeveye hapsedilmesi, bunun sonucunda Müslümanlığı Araplıkla özdeşleştiren, Araplığı ve Arapçayı kutsayan anlayışın İslam dünyasına hâkim olması,
- 16. Yüzyıldan itibaren Osmanlı Medreselerinden fen bilimlerin ilişkin dersler ile Felsefe ve Mantık derslerinin kaldırılması,
- Rasathaneyi bombalarla yıkılmasına fetva verilmesine neden olan ve bugün bazı dini gruplarda kalıntıları görülen Kadızadelerin din algısı,
- Her gelişmeye, her yeniliğe, her farklı düşünceye karşı çıkan despotik ve tutucu kafa yapısı,
- Kaderci ve mütevekkil din algısı,
- Aynı zamanda İslam Halifesi olan bazı padişahların yapmak istedikleri teknolojik açılımlara bile "Şeriat elden gidiyor." diye sokağa dökülerek karşı çıkan mollaları bu yöne yiten saikler ve onların toplumda oluşturdukları baskı ortamı,
- Kadına sokağı çıkmayı, konuşmayı, okumayı, çalışmayı hatta düşünmeyi yasaklayan; kadını yalnızca erkekoğlunun çoğalmasına yarayan bir “eşya” olarak gören din yorumu,
- Şeyhlerini günahsız olarak gören tarikat anlayışı,
- İslam dünyasında aklı önceleyen Maturidi kelam anlayışını yerini Eşari kelam anlayışının egemen olması,
- Emperyalizmin emrine giren bazı din adamalarının faaliyetleri ve sonuçları,
- Başarısızlıkta, geri kalmışlıkta kendisini kusurlu görmeyip her olumsuzluğu dış güçlere veya kadere bağlayan kolaycı kafa yapısı,
- Çoğu zaman yanlış gelenekleri İslam olarak sunan ve bu geleneklere karşı çıkışı kâfirlik olarak yorumlayan tutucu değerler bütünü,
- Matbaa başta olmak üzere her teknolojik yeniliğin ülkeye girişini engelleyen/ yasaklayan din algısı,
- Bilim ve düşüncenin ancak özgür ortamda gelişeceği için, monarşilerde ve diktatörlüklerde bilimsel düşüncenin gelişmesi için uygun bir ortam oluşamayacağı,
- Oldukça geniş bir kesimin okuma eylemini yalnızca Kur’an’ı ve dini kitapları okumak olarak algılaması, bu kesimin bir bölümünün de meal okumayı haram olarak değerlendirmesi,
- Ruhbanlığı reddeden İslam’ın, zaman içindeki uygulamada ruhbanlığı meşrulaştırır bir yapıya dönüşmesi,
- Bir lokma bir hırka yaşamı temel alan sufi anlayışın, ekonomik ve teknolojik gelişme önünde bir engele dönüşmesi,
- Eski alfabenin geçerli olduğu yıllarda, özellikle 17. Yüzyıldan sonra, fen bilimlerinde Takiyaddün’den, sosyal bilimlerde Katip Çelebi’den sonra dünya literatürüne giren bilim adamı yetişmemesi…
Bu konularda kafa yorar mısınız, bilmem.
Meşhur konuşmayı yaptığınız sözde kitap fuarına katılan, katılmasına izin verilen, davet edilen yayınevlerini, imza günü gerçekleştiren yazarların dünya görüşünü incelediniz mi? İnceleseydiniz fuara katılan tüm yayınevlerinin aynı çizgide olduğunu, farklı çizgideki yayınevlerinin fuara katılmadığını veya katılmak isteyenlerin önüne engeller çıkarıldığını görüp, “Tek yönlü okuma beyinlerimizde setler oluşturur, düşünmemizi engeller” diyerek, bu baskıcı kendi gibi düşünmeyenlere hayat hakkı tanımayan yapıya karşı çıkmanız gerekmez miydi?
Sayın Ünal, zerre kadar iyi niyetiniz varsa; Türk Cumhuriyetlerin tamamına yakını Latin alfabesine geçmişken, yani Türk devletleri alfabe birliği yolunda önemli bir adım atmışken, geri dönüşü olmayan bir konuyu, toplumu kutuplaştırma aracı olarak ortaya atmanızın kökenleri üzerinde sağlıklı olarak düşünmenizi beklerim…