Meral Hanım kendisine yakışanı yapmıştır

Mehmet SORAL

Liderlerin 19 Mayıs'da Samsun'da bir araya gelmesi ve Meral Akşener'in tavrı

Muhterem, muhalefet liderlerini "19 Mayıs"da birlik ve beraberlik görüntüsü vermek için Samsunda beraber olmaya davet etti.

Eğer bu davet günün mana ve önemine binaen cumhuriyet değer ve kazanımlarına değer verme anlamında yapılmış olunsaydı; bugünkü cuma hutbesinde; iki gün sonra kutlayacağımız 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramına atıf yapılarak üç beş kelam edilebilirdi öyle değil mi.

Sadece bu bayram için değil hiç bir milli bayramımızda bu yapılmadı ki. Yine sanırım bir iki yıl önce cumartesi 23 Nisan Çocuk Bayramı arifesinde, cuma hutbesinde 23 Nisan özel günümüze atıf yapılmamıştı. Peki "15 Temmuz" için aynı tutum takınılıyor mu. Elbette hayır. Neden; çünkü o günkü belayı def etmenin kahramanlığını hem kendi dönemlerine, hem de kendilerine maal ediyorlar da ondan.

Yani diyeceğim o ki; cumhuriyet değer ve kazanımlarına karşı umursamazlık, hatta savaş devam ediyor. Bütün bu aymazlıklara şahit oldukça; ister istemez içimizden "FETÖ başarılı olsaydı; ancak bunları yapardı" demek geçiyor.

Dolayısıyla, muhteremin muhalefet liderlerini Samsun'a davet etmesi; günü önemseme falan değil tamamen ve tamamen siyasi olup; davete icabet edilmemesi durumunda kendisinin yaratmayı düşündüğü konjonktürü tepe tepe kullanmaya matuf bir girişimdi ama muhalefet bunu boşa çıkardı. Yoksa; daha kaç gün oldu ki; lince tabi tutulan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'na doğru dürüst kınama yapılmamış, geçmiş olsun bile denmemiş. Bu "Samimiyet" hali mi; Samsun'da birliğe davet çağrısı yapıyor. Sizleri bilemem ama bu davette kesinlikle bir samimiyet göremiyorum.

Meral Hanım İYİ Parti'nin kendi programı dahilinde Samsun'dadır.

Peki hazır oradayken Erdoğan'ın davetine icabet edebilir miydi, elbette; ama o zaman da bizim itirazımız olurdu.

Her şeyden önce Erdoğan açısından "19 Mayıs" ın mana ve önemine karşı inanmışlık, adanmışlık yoktur. Eğer böyle bir samimiyet olsaydı 19 Mayıs 100. yıl kutlamaları için son üç beş gün içinde değil aylar öncesinden gerekli kutlama hazırlıklarına başlanmış olması gerekmez miydi. İki gün önce cuma günü idi; cuma hutbesinin konusu "19 Mayıs" olamaz mıydı.

19 Mayıs denince ilk akla gelen Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk ise; hayatı boyunca kendisine kin ve öfke duyup; annesi dahil olmak üzere tüm aile fertlerine küfürler edip, iftarlar atan bir adamın daha dün cenazesi üzerine Türk Bayrağı'nı açtıran; devlet erkanını cenazesine gönderenin "19 Mayıs" üzerine inanmış ve adanmışlığına inanmak mümkün mü.

Dolayısıyla, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in Samsun'da Cumhurbaşkanı'nın yanında yer almama kararı tutarlı olduğu gibi aynı zamanda mesaj içeren bir karardır.

İYİ Parti kurulalı iki yıl oldu. Recep Tayyip Erdoğan iki yıl boyunca bir defa olsun "O kadın"dan öteye geçerek, kendisine ismi ile hitap etme nezaketini göstermemiştir.

Dolayısıyla Samsun'da; samimiyetten uzak, kendi işlerine gelen konjonktürü oluşturup, sonra da oradan siyasi rant elde etmeye matuf yazılmış senaryonun figüranı olmayı red eden Meral Hanım'ı kendi adıma tebrik ediyorum.

 

Komünist başkan Tunceli'yi Dersim yaptı

Haydin bakalım, madem ki ülkücülük MHP'de oluyormuş; hazır Cumhur İttifakı'nın da diğer yarısısınız ya; koyun ortaya özgül ağırlığınızı görelim. Adam Tunceli tabelasını kaldırıp, T.C Devlet'e isyanın simgesi olan "Dersim"i koydu.

Hani siz demiyor musunuz; "MHP tak deyip istiyor, AKP şak deyip yapıyor". Şimdi MHP'nin AKP'den hiç tereddüt duymadan isteyebileceği bir istek; iç işleri bakanlığı talimat versin "Dersim" tabelası anında indirilsin.

Ha, pardon özür dilerim; iradesi gasp edilmiş MHP'nin (Daha doğrusu Balgat mukimi ve avenesi) TC'lerin kaldırıldıkları yere tekrar konması ve yine andımızın Danıştay kararına rağmen tekrar okullarımızda okunması için verilen önergeye çekimser kalarak engel olmuştu. Dolayısıyla sözümü geri aldım, maalesef tabela korkarım "Dersim" olarak kalır.

 

YSK'da yedek üyelerin de alınan kararlarda oy kullanması meselesi

Yıllarca dernekçilik yaptım, hala da yapıyorum. Derneklerde yönetim kurulları daima asıl ve yedeklerden oluşur. Ancak yönetim kurulu kararları daima yönetim kurulu asıl üyelerinin katılımı ile vermiş oldukları karalar ile alınır.

Peki, YSK üyeleri karar alırken niçin yedekler de oylamaya katılırlar. Eğer alınan karlarda asıl üyeler gibi oy kullanım hakları varsa niçin yedek üye olarak tanımlanıyorlar.

Bu oylama usulüne YSK'nın gene insan aklını, fikrini, idrakini zorlayan; zorlarken de zulme dönüşen bir uygulama şekli desek hiç de abartmış olmayız.

Burada dikkat etmemiz gereken husus; insan aklına zulme dönüşen YSK uygulamasının arka planındaki niyettir. O da; YSK'nın asıl üyelerinin yapacakları oylamada Cumhur ittifakının istediği şekilde karar çıkması için asıl üyelerin tercihlerinin yetmeyeceğinden hareketle, yedeklerden takviye yaparak sonuca gitmeyi düşünmüş olmalarıdır. Bunun dışında aklıma başka da bir şey gelmiyor.

 

Cumhur ittifakına göre İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinin iptal nedenleri.

1- AKP'nin atadığı mülki amirlerin; sandık başkanlarını devlet memuru olmayanlar arasından belirlemiş olması. Ancak seçmen olarak bize ne ki. YSK'nın bu hatası oy kullanan seçmen iradesini bağlamaz, kullanmış olduğumuz oyun iptaline gerekçe olamaz.

2- Oy kullanmak üzere sandık başına gelen seçmenin (Artık neyine bakılarak karar veriliyorsa) AKP'li olduğu anlaşılıp, eline dört oy pusulasından büyük şehir için olanı verilmeyerek, AKP için oy kullanılmasına mani olunmuş.

 

Peki bunu bir sandık üyesi yapmış olsa bile, diğer sandık kurulu üyeleri, mesela AKP'li üye o ara ne yapıyor olabilirler.

 

3-Seçmen listelerinde soy isimlere bakılarak AKP'li oldukları düşünülen seçmenler silinmiş.

Bunun hesaba kitaba; akıl ve mantığa gelir bir tarafı var mı dır Allah aşkına.

4-AKP Genel Başkan yardımcısı İhsan Yavuz'a göre "Hiç bir şey olmasa bile kesin bir şey oldu" demesi.

Yani ne yapıp edip İstanbul Belediyesini almamız lazım. Dolayısıyla YSK'ya hükumet tarafından verilmiş veya verilmek istenen örtülü bir talimatı anlamına gelmiyor mu.

Cumhur ittifakının bu hezeyanlarına bırakın inanmayı, dinlemek bile artık zul geliyor. Çünkü Allah'ın yalnız insana bahşettiği akıl denen nimet; bu gerekçelerin yine insan oğlunun aklından zuhur etmiş olabileceğine ihtimal veremiyor.

Torunlarımız; gelecekte aynen İnönü dönemine atıf yapılarak söylenen "Gizli oy, açık tasnif" misali demokrasi adına yaşanmış utanılası döneme benzer bugünkü yaşanan rezillikleri de onlar konuşacaklar.

 

YSK Kararı

200 sayfalık gerekçeden anlaşılan o ki; bir kabızlık söz konusu.
YSK ıkına ıkına bir şey çıkaramayınca tüm otu b.ku, çer çöpü toplayıp ilaç yapmışlar ama bu sefer de "Gerekçe ishali"ne duçar olmuşlar.

Ergenekon ve Balyoz kumpaslarında; Akla, izana gelmeyen, irfana uymayan gerekçelerin arkasında FETÖ çıktı. Yine benzer bir süreci İstanbul Büyük Şehir Belediye seçimlerinin iptal gerekçelerinde emarelerini görüyoruz.

Tarih tecelli edecek elbette. Kesin olan şu ki; tarih her şeyin normal olduğunu değil, olmadığını yazacak.

İlker Başbuğ'un Türk milletine; "Bakın, bu boş mermi kovanı; sözde yapacağımız darbe için delil olarak gösterildi" demesi ile aynı anda, aynı sandık kurulu önünde ve aynı sandığına atılan oy pusulasından sadece bir tanesinin geçersiz sayılması arasında ne fark var.

Ve benim açımdan işin en can yakan tarafı; mensubu olmakla iftihar ettiğim ülkücü hareketin; narsist bir insanın inisiyatifinde akıldan, fikirden, izan ve irfandan yoksun olarak sürece dahil edilmesidir.

 

Erdoğan'dan TÜSİAD eski başkanı Özilhan'a fırça ve tehdit

Muhteremin öyle bir konuşma üslubu var ki; Türkiye'deki tüm fabrikaları, işletmeleri kendi parası ile kurmuş, geliştirmiş sonra da; bir babanın evladına malımı bırakması gibi sanki işverenlere bağışlamış . Öyle ki; bunu yapmış ama işverenler de kendisine nankörlük etmişler gibi fırça atıyor.

Yahu attın, tuttun yabancı sermaye çekip gitti, gidiyor. Elde kaldı yerli sermaye; onlar da mı gitsin istiyorsun.

Adamların gırtlağına basmışsın; yetmiyor, üstüne üstlük bir de sakın sesinizi çıkarmayın diyorsun. Peki kimin sermayesi eriyor; onların. Kim çalışanlarına maaş ödeyemiyor; onlar. Kimden vergi topluyorsun; onlardan. Peki bu kadar sıkıntısı olan bir kesim "İşler yolunda değil" dediklerinde onları hemen aşağılamak, horlamak, tehdit etmek mi lazım.

Bak muhterem bağıra çağıra; onu oraya, bunu buraya ite kaka; Ali'ye posta, Veli'e övgü ile belki seni ayakta tutacak oyu alıp, siyasi gücü elde edebilirsin ama parayı elde etmek için istediğin kadar bağır çağır sonuç alamazsın üstelik de ürkütürsün.

Oldu olacak tüm holdinglere el koyun, kayyum atayın öyleyse. İçinizden "Kral çıplak" diyecekler çıkmadığı sürece bu ekonomik krizde yerli sermayeye fırça atmak ekonomi bilimine ve serbest piyasa şartlarına göre tam da cahil cesaretidir.

 

Tamam Devlet Bahçeli'ye biatınız sök onusu anlıyoruz da peki Erdoğan'a niçin?

Müşahedem o ki; ülkücüler arasında (Özellikle Balgat'a sadakati devam edenler) sadece Balgat'a değil AKP ve Erdoğan'a da müthiş biatları söz konusu.

 

Diğer bir tespitim ise; birileri ilke ve inanç temelli ülkücü olmaktan ziyade taraf olma adına siyasi konumlarını "Ülkücüyüm" olarak belirlemişler.

Özellikle bu iki tespitimi dile getirme ihtiyacı duymamın nedeni; malum olduğu üzere AKP'li bir belediye başkanı; İmamoğlu'nun Trabzonlu olmasından bahisle bu mübarek ayda; üstelik de bir iftar sofrasında "Yunan" olabileceğine atıf yapması; yukarıda tarifini yaptığım ülkücülerin özellikle sayfalarına giriyorum içlerinde Trabzonlular da dahil olmak üzere tepkilerini göremedim. Sanki Balgat isterse ancak tepki göstereceklermiş gibi bir duruşları söz konusu.

Oysa ülkücü olmanın doğal refleksi o malum belediye başkanına; siyasi görüşümüz ne olursa olsun bırakalım ülkücü olmayı, Türküm diyen herkesin tepki göstermesi, protesto etmesi ve söyleyeceği üç beş kelamı olmalıydı.

Ve maalesef, Balgat'a biatları devam eden bir çok ülkücü arkadaşımızın tepkisiz kalmalarına çok üzüldüm. Aynı zamanda aramızdaki ayrışmanın vahametini de ortaya koyan bir görüntüye müşahede ediyoruz. Bundan da anlıyoruz ki; "Ülkücülük" şuurdan değil tamamen ve tamamen biatdan beslenir olmuş.

Dolayısıyla fikri beslenme, gelişim devreden çıktığı için dava bilincini zinde tutan "Şuur" gibi bir çimento da kendini bırakınca dava duvarı nem alıyor, yıkılıyor maalesef. Bu hareket bu noktaya son yirmi yıldır planlı bir şekilde getirilmiştir.

soralmehmet@gmail.com