Akşam olunca, Yâran ocaklarında bir heyecan ve hareketlilik vardır. Bu herkesin bildiği, gördüğü bir telaştır. Ama bu telaş başlamadan önce de bir sessizlik olur. Yani akşam yaklaşınca, dikkat çeken o anki sessizlikten bahsediyorum. Bu benim hep merakımı çekmiştir. Çünkü o anki sessizliğin pek çoğumuz farkına varmaz. Kimisi Yârana davet edilmiştir, kimisi davet almamıştır ama hep Yâran üzerine konuşulur ve beklide kalplerinin derinliklerindeki heyecanı böyle bastırmaya çalışırlar. Bir ara bu bende büyük merak konusu oldu. Bir gün erken saatlerde Çankırı Yâran ocağına gittim. Merakımı yenmek için görmem lazımdı. Erken dedimse yine de akşam yakın bir vakit olmuştu. Ocak evi açıktı. Fakat henüz kimseler gelmemişti. Beni karşılayan çavuş oldu. Bilirsiniz, yâranda organizeyi sağlayan kişidir çavuş. Her ne kadar yârandan sayılmasa da ben çavuşu, yâranın kalbi gibi görüyorum. Çünkü çavuş, direk başağaya bağlıdır. Yâranda çavuşluk, akıllı ve pratik insanların işidir. Direk olarak başağaya bağlı olsa da, diğerleriyle yâran fertlerinin de arzularını çok çabuk ve kıvrak bir zekâ ile anında çözümler ve hallediverir.
Çavuş beni yâran odasına aldı. Oda dayanıp döşenmiş, her şey dört dörtlük hazırlanmıştı. Çavuş bana yâran hakkında bilgiler veriyor, kıymetli ve her biri sanat eseri olan el işlemeleri hakkında bilgiler vermeye çalışırken, zamanın yâranının küçük başağası çıka geldi. Onunla da sohbetimiz devam etti. Bana erken geldiğimi söylüyordu. Bense bu saatlerde yâran evini ve odasını görmeye geldiğimi söyledim.
‘Yâran odası önceden hazır hale getirilir. Sonra çavuş eksik, gedik var mı tespit eder. Şimdi benim yaptığım gibi küçük başağa gelir. Eğer bir eksik varsa küçük başağayı bilgilendirir. Oda kontrol eder. Kendine göre eksiklerin tespitine çalışır. Küçük başağa kendi tespiti olsun, çavuşun tespiti ile olsun görülen eksiğin giderilmesi ile ilgilenir ve o gün ocak bilinen, görülen eksiklikler giderilmiş olarak açılır.’ dedi.
Bir müddet daha eğleştik. Konu yâran olunca sohbetin ardı arkası gelmiyor. Sokağa da taşan sohbetin devamında akşam yakın ayrıldık.
Akşam olmuştu. Aslında vakit olarak akşam çoktan geçmişti. Ocak açılmış, ışıklar yakılmış ve misafir kabulü başlamıştı. İçerden çok güzel bir müzik sesi geliyordu. Bu Çankırı yâran Ocağı ile özdeşleşmiş olan Çankırı (Çuhadaroğlu) Peşrevi idi. Bu peşrevin çalınışındaki o ses insanı gerçekten etkiliyor, kulaklarımızın alışkın olduğu o televizyon ve radyoda çalınan müziklere de hiç benzemiyordu. Zaten bu müzik sesini duyduğunuzda bile bambaşka bir ortama girdiğinizin farkına varıyorsunuz. Öte yandan Çankırı’da yaşayanlar bu sesin, yâranda misafir kabulünün başladığının işareti olduğunu bilirler.
Ben vardığımda daha hiç misafir alınmamıştı. Biraz geriden durarak, oradaki telaşı biraz gözlemledim. Gelenlerde ve yâranlarda aşırı bir telaş vardı. Bunun tam tersine, çavuş da o kadar sakindi. Onun o sakin haline bakıyor, gelen misafirlerin, hatta girip çıkan yâranların telaşına bakıyor, şaşırıyordum. ‘Bu hep böyle olageldiği için alışmış, onun için böyle’ diye geçirdim içimden.
Sonra birkaç gurup misafir aldılar içeri. Benim geri geri durduğumu gören çavuş, çekindiğimi sanarak olmalı, ‘Sende gelsene hocam, bu gurupla seni de içeri alalım’ dedi. Ben de hemen gurubun içine girdim.
Çavuş kapıyı açıp içeri girdi.
‘-Başağa, misafir ağalar geldi.’
Başağa; ‘-Buyursunlar.’
Çavuş, guruba işaret etti. İçeri girdik. Odada ne kadar kişi varsa ayaktaydı. Sıra ile, ‘Selamünaleyküm Başağa’, ‘Aleykümselam misafir ağa.’ Karşılıklı selamlaşma bitince çavuşun gösterdiği yere geçerken, iki yâran da her yeni gelen misafiri araya alarak beklemeye başladık. Gözler hep başağada. O oturunca belli bir sıraya göre oturma faslı başladı. Başağa’dan sonra küçük başağa, sonra reis, yaranın en yaşlısı, sıra ile, sırası gelen oturuyordu. Misafir alırken de bu sıra olayı dikkate alınıyordu. Onun için de hiyerarşik düzende pek hata yapılmıyordu. Hemen peşinden merhabalaşmalar başlıyor ve yine o sıra olayı takip ediliyordu. Bu işi bilenler hemen belli oluyor. Çünkü onlar tek tek merhaba faslını uzatmadan, ‘Cümleden merhaba’ diyerek bu faslı kapatıyordu.
Yâranın odaya girişini ve yerleşmesini Dr. Ahmet Kıymaz, şöyle dile getiriyor:
‘.. Yâren Odası’na ilk girenler Sazendeler’dir. Bunlar, odanın “Şahnişin” (=Şah Köşe = Baş Köşe) denilen girişin sağ ya da sol yanında bulunan bölümüne geçerler.
Daha sonra, Küçük Başağa Yâren Odası’na sağ ayak önde girer ve girişe göre sol tarafta kendine ayrılmış yere oturur.
Çavuş, Yârenlerin de odaya girmesi için Küçük Başağa’ dan izin ister. Çavuş; odanın dışında bekleyen Yârenleri davet ettikten sonra tekrar içeri girer ve Küçük Başağa’ya “Başağa! Yâren ağalar geliyor.” der.
Bu durumda Küçük Başağa, ayağa kalkar ve Yârenlerin odaya girmesini bekler. Yârenler, odaya genellikle ikişer girer. Bütün Yârenler de Küçük Başağa gibi odaya girerken önce sağ ayaklarını atarlar.
En yaşlı Yâren başta olmak üzere, bütün Yârenler odaya girer.
İlk Yâran, sağ eli sol göğsünün üstünde “Selamün aleyküm, Başağa.” der.
Küçük Başağa da, ayakta iken sağ eli sol göğsünün üstünde, “Aleyküm selâm, Yâren Ağa” diyerek selâmı alır ve elini indirir.
Sırasıyla bütün Yârenler; odaya girişte, aynı şekilde Küçük Başağa’yı selâmlar; Küçük Başağa da aynı şekilde bütün Yârenlerin selâmını alır.
Odaya giren, selâm veren her Yâren; önceden ayrılan yerlere geçer ve ayakta bekler. En yaşlı Yâren (genellikle, Yâren Reisi) , Büyük Başağa’nın minderinin hemen yanına, sedire çıkar ve ayakta durur.
İkinci Yâran ise, Küçük Başağa’nın sağına geçer ve aynı vaziyette ayakta durur. Küçük Başağa’nın dik inerek, diz üstü oturmasıyla birinci ve ikinci Yâren de hemen diz üstü oturur.
Küçük Başağa; oturduğu yerden sağ elini sol göğsünün üstüne koyar, en yaşlı Yârene doğru hafifçe eğilerek “Merhaba, Yâren Ağa” der. En yaşlı Yâren de, sağ elini sol göğsünün üstüne koyar ve Küçük Başağa’ya doğru hafifçe eğilir ve “Merhaba, Başağa” diyerek cevap verir.
Küçük Başağa, aynı şekilde ve aynı ifadelerle diğer Yârenleri de tekrar selâmlar. Diğer Yârenler de Küçük Başağa’ya aynı şekilde cevap verirler.
Yâren Odası’na her giren Yâren; bu selâmlamayı yapar. Yalnız, yeni giren Yârenler; sadece Küçük Başağa’yı değil, Yâren Odası’na daha önce giren Yârenleri de aynı şekilde selâmlamak zorundadır.
Merhabalaşmanın uzun sürmesi istenilmediğinde “Cümleden Merhaba” ifadesi de kullanılır.
Selâmlaşma sırasında, Sâzende Heyeti tarafından yapılan müzik peşrevi de ihmal edilmez.
Çavuş; odanın dışında bekleyen Büyük Başağa’ nın odaya davet edilmesi için Küçük Başağa’dan izin ister, dışarı çıkar ve Büyük Başağa’ya Yâren Odası’nın girilmeye müsait olduğunu bildirir. Daha sonra da tekrar içeri girer. Küçük Başağa’ya seslenerek “Başağa! Başağa geliyor.” der.
Bu anda, önce Küçük Başağa, sonra yaş sırasına göre bütün Yârenler, ayağa kalkar.
Büyük Başağa; kendinden emin, ağır, otoriter bir şekilde ve sağ ayakla Yâren Odası’na girer. Meydanın ortasına yakın bir yerde durur. Sağ elini sol göğsünün üzerine koyarak “Selâmünaleyküm Başağa” der. Küçük Başağa; eli göğsünde “Aleykümselâm Başağa” diyerek karşılık verir.
Büyük Başağa; tekrar sağ elini sol göğsünün üzerine götürerek ve Yârenlerin bulunduğu iki tarafı süzerek “Selâmünaleyküm Yâren Ağalar.” der. Bütün Yârenler de, elleri göğüslerinde “Aleykümselâm Başağa” şeklinde selâmı alırlar.
Selâmlaşma bittikten sonra, Büyük Başağa; kendine ayrılan odanın sağ tarafındaki köşesine gider, sedire çıkar ve dik olarak diz üstü oturur. Onun oturmasıyla birlikte önce Küçük Başağa, sonra sırasıyla Yâren Reisi ve diğer Yârenler hızlıca diz üstü oturur.
Küçük Başağa; Büyük Başağa’ya doğru hafifçe eğilerek el göğüste “Merhaba Başağa.” der. Büyük Başağa da, aynı şekilde “Merhaba Başağa” diyerek karşılık verir. Yaş sırasına göre bütün Yârenler de Büyük Başağa ile merhabalaşır.
Bu selâmlaşma ve merhabalaşmada sessizliği bozan tek şey, yavaşça devam eden peşrevdir.
Başağalar’ın izni olmadan hiçbir misafir, Yâren Meclisi’ne kabul edilmez.
Ocak yakma günü (cumartesi gecesi), kabul edilecek misafirlerin sayısı genellikle 40 – 50 arasında olur.
Küçük yaştaki çocuklar da misafir olarak kabul edilir. Bundan amaç; Yâren Kültürü’nü genç kuşaklara aktarmaktır.
Yâren Meclisi’ne davet edilen misafirler ikiye ayrılır:
1. Kahve ve Çay Misafirleri (Kahve ve çaylarını içtikten sonra, Yâren Meclisi’ni, izin alarak terk ederler.)
2. Yemek Misafirleri (Bu misafirler, gece saat üçe kadar Yâren Meclisi’nde kalabilirler.)
Çavuş, Küçük Başağa’ya misafirlerin geldiğini bildirir. Küçük Başağa, Büyük Başağa’dan izin alır ve Çavuş’a misafirleri içeri almasını söyler. Çavuş, kapı yanında “Başağa, Misafir Ağa geliyor.” der. Önce Büyük ve Küçük Başağa, sonra sırasıyla Yârenler ayağa kalkar.
Misafir; içeri girer, meydanın orta yerinde durur, kuralı biliyorsa Başağa’ ya dönerek sağ eli sol göğsünde “Selâmün aleyküm, Başağa.” der. Büyük Başağa da eli göğsünde “Aleyküm selâm, Misafir Ağa.” diyerek karşılık verir.
Misafir; Küçük Başağa’ya da aynı şekilde selâm verir. Küçük Başağa da, aynı şekilde selâma karşılık verir. Misafir, son olarak da Yârenleri de aynı şekilde selâmlar. Yârenler de bir ağızdan selâmı alırlar.
Selâmlaşmadan sonra misafir, iki Yâren arasına alınır. Yâren Meclisi’ne gelen misafire; kültür, makam, tahsil ve sosyal hayattaki itibar düzeyine göre bir yer seçilir. En itibarlı misafirler, Büyük ya da Küçük Başağa’nın yanına oturtulur. Bu yapılırken diğer misafirlerin gücendirilmemesine de azamî özen gösterilir.
Önce Büyük Başağa, sonra Küçük Başağa ve sırasıyla Yârenler; ellerini göğüslerine götürerek teker teker, “Merhaba, Misafir Ağa.” derler. Herhangi bir misafirin, “Cümleden merhaba.” demesiyle de “merhabalaşma” biter.
Yâren Odası’nda herhangi bir eksiklik varsa, misafirlerin bu eksiklikleri görmesi istenmez. Bu nedenle; misafirler, yanlarındaki Yârenler tarafından konuşturulur ve dikkatleri bir yere çekilerek çevreyle ilgilenmeleri kesilir.
Kahve ve çay misafirleri; kural gereği izin isteyip giderler. Misafirler, kural bilmiyor olabilir ya da kasıtlı olarak Yâren Odası’nı terk etmeyebilir. Bu durumda, misafirlere “küllü kahve” ikram edilir ya da ayakkabısı süpürge üstünde önüne getirilir.
Bu davranış, “Defol, git” anlamındadır. Buna karşın, misafir, yine gitmiyorsa iki Yâren; misafiri kolundan tutup Yâren Odası’nın dışına çıkarır.
Bu kural; misafirin sosyal hayattaki makamı göz önünde tutulmadan herkese uygulanır.’
Başağa’ya selam ile başlayan Yâran misafirliği, bizim kültürümüzdeki misafirliğe verilen önemi bütün çıplaklığı ile ortaya koyar. Yârandaki karşılama, misafiri memnun etme, rahatını sağlama, saygı ve hürmet, ama bütün davranış kalıplarını görmek mümkündür. Buna nezaket de dâhildir. Ama bir istisna vardır. Misafirliği, ev sahibinin nazikliğini görerek kullanmaya kalkan ve bu konuda yüzsüzlük edenler, işte bu istisnai işin içine dâhil edilirler. Ona rağmen yine de direk ona yansıtılmaz, uyarıcı davranışlar sergilerler. Bunlar küllü kahve, ayakkabılarını getirerek kendisine sunmak ve artık bütün bunlardan da anamıyorsa onun layık olduğu davranış şekli gösterilir ve bıktırdığı ev sahibi misafiri kolundan tutar kapı arkasına bırakır.
Bu da hiç hoş değil tabi.
Ama bizim gelenek ve göreneklerimiz arasında, ev sahibini üzen misafirler de tasvip edilmezler. Bunun sonucuna da elbette o misafirin katlanması gerekir.
Bu olumsuzluk aslında hiç olmasa daha iyidir. Ama iyisiyle, kötüsüyle hayata hazırlayan bir davranışlar bütünlüğünü sunan Yâranın, davranış bozukluklarına da müdahale etmesi gayet normaldir. İnsanlar gerektiğinde gerekeni hiç çekinmeden yapmalıdır; bu toplumda bulunan çatlaklarını göstermesi ve tamirine yönelik bir hareket şeklidir. Bunun da toplumun bir nüvesi olan Yâranda verilmesi normal bir harekettir.
Yâran kuruluşu aslında bu hareketle bir kez daha gösterir ki, bütün işleri gerektiği şekilde ve ciddiyette ele alır. Orada hem devlet yönetim şeklini ve uygulamalardaki disiplini, hem de kalabalık bir aile düzeninin işleyişinde aile bireylerinin ve aile reisinin durumunu açıkça sergilediği görülür. Zaten davranış kalıpları verilirken, gençleri de hayatta yapacağı uygulamaya da hazırlamış olmaktadır. Her şeyde belli bir seviyenin üstünde davranış kalıpları sergileyecek kişilik gelişimini amaçlamaktadır. Hatta bunu eğlencede bile seviyeli bir sunum içinde vermektedir.
Sözün özü; buraya girenler, Yâranda birey de olsalar, yok misafir de olsalar, özlenen bir hayatın davranış kalıplarının örnekleriyle zihinlerini süsleyerek buradan ayrılmış olurlar. Zaten bu kurumun hiç bitmeyen çekiciliğinin sırrı da bence burada yatmaktadır. ‘Merhaba Başağa’ ile başlayan sohbet, vaktin nasıl geçtiğini anlamadan, henüz merhaba demiş gibi biter. Oysa saatler gece yarısını çoktan geçmiştir bile.