Siyaset adamları açık açık söyleyemiyor. Çünkü oy kayguları var. Bilim adamları ucundan kıyısından söyler gibi yapıyorlar ama anlayan yok. Gazeteciler, düşün adamları oralı değil. Bir tek Nihat Genç arada sırada coşuyor ve söylüyor: “Kardeşim, millet dedikleri bu mu Allah aşkına?…”
Bu yazıyı sonuna kadar okuyabileni kutlayacağım. “Dur bakayım, gerçeklik payı var mı?” diye merak etmek insanca bir davranıştır. Daha üçüncü beşinci satırlarda küfürün birini bin paraya çıkaran okurlarım da olacak elbet… Ve elbette onlar da insan. Ama insanlığı kendisini aldatmakla sınırlı kalan insanlar bunlar. Ve bin yıllar boyunca uyanamayacakları kesindir.
Ben şimdi dilimin döndüğü kadar örnekler vereyim. Bunun yanı sıra siz de bildiğiniz örnekleri benim anlattıklarımın yanına katın. Ve kendiniz değerlendirin bakalım, bu olayların yaşanabildiği hallerde ortada millet diye bir “kaderde ve kederde birlik içinde” bütünlük var mı ortada?
İlk örneği kendi üzerimden vereyim. Arkadaşın biri yazmış. Tükiye’nin ikinci Cumhurbaşkanı için akla ve ahlâka sığmaz suçlamada bulunuyor. Ben de “Öyle değil şöyle” diye bir başka yazı kaleme alıyorum. Sağ duyu sahibi bir yurttaşımız “Ne kadar güzel anlatmışsın, kutlarım” diye yorum yazıyor.
Ama başkaları var ki bana “Beynin sulanmış senin” diyor ve daha ağır laflar ediyorlar.
Hemen beynime baktırdım. Bir aksaklık yokmuş.
Kardeşim, aynı toprağın insanlarıyız. Bu acımasızlık niye?
Devlet Bahçeli ile ilgili bir yazı yazdım. “Arkadaşım, şu işin peşini bırak” dedim. Kırk kişi “Yaşa varol” dedi. Milyonlarca MHP li arasından bir tek kişi çıktı. Bir anama sövmediği kaldı. Hızını alamadı. Yazımı sayfasına taşıdı ve başkalarının da bana sövmesini sağladı.
Şimdi gözlerimizi dışarıya çevirelim. Devleti elinde tutanlar bir yanda, onlardan bu görevi devralmaya çalışanlar öte yanda akşam sabah birbirlerine küfür ediyorlar. Birbirlerine karşı söyledikleri laflar yenilir yutulur gibi değil. Ve yıllardır bu böyle. Bu gidişle biteceğe de benzemiyor. Şimdi elinizi vicdanınıza koyun da konuşun:
“Biz nasıl insanlarız ve nasıl da bir milletiz?”
Kayserili birini hatırlayalım. Siyasetçi biri. Bir sabah türbanlı eşini yanına alıyor. Pk çok TV kameramanını arkasına takıyor. Ve eşini üniversiteye öğrenci diye yazdırmaya götürüyor. Üniversitede görevli küçük bayan naıl olsa “Olmaz” diyecek… Oracıkta “olurdu olmazdı” tartıması yaşanacak. Bu politikacımız da kahramanlar gibi gündeme gelecek.
Bu tartışma meyvesini vermekte gecikmiyor. Bayan arkadaş davasını uluslararası mahkemeye kadar taşıyor. Türkiye’den davacı oluyor. O zamana kadar siyaset adamımız yerinde mi saysın. O da Türkiye’nin Dışişleri Bakanı oluyor. Ve mahkeme önünde davacı ile davalı brbirinin eşi halinde bir durum doğuyor. Bayan merhaet edip davasını geri alıyor. Biz bu siyasetçimizi çok geçmeden “Başbakan” ettik. Yetmedi, cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturttuk. Bir kaç yıl önce üniversiteye öğrenci diye almadığımız eşi hanımefendiyi Çankaya köşküne taşındırdık.
“Bu ne biçim millettir, bu ne bçim devlettir Allah aşkına?”
Buna benzer örnekleri dilerseniz siz de bulabilirsiniz. Benim sayıp dökmeme gerek yok. Ben bi önek daha vereceğim… Köylümüz… ekiyorsa ekiyor, biçiyorsa biçiyor. Sonra ne ediyor? Tarlasını yakıyor. Evet, gaz döküp, benzin döküp, kibrit çakıp basbayağı koca tarlayı baştan başa yakıyor. Nerede benim karıncayı incitmediğiyle böbürlenen milletim?
O tarlada börtü böcek var. O tarlada hayat var.
Dünyayı sadece insanlar içindir sanan benim çiftçim. Büyük şehirlerde daha düne kadar elinde bir topan zehirli etle öldürecek köpek arayan benim zavallım… “Güdük eşeğin kuyruğu gibi” öylece yokluk ve yoksulluk içinde bocalayışına sebep yine kendin değil misin?
“Evet, sen nasıl bir milletsin?”
….