Büyük toplumsal travmalar, göçler, işgaller ve farklı toplumsal sınıfların etkileşimi sonrası toplumlar mistik alana yöneltmektedir. Örneğin Yahudi toplumu ilk toplumsal travmasını Hadrianus döneminde Filistin'den 600 bin kişilik büyük bir katliam sonrası yerinden sürülüyor, dört bir tarafa yayılıyor. Medine, Yemen, Taif ve Habeşistan'a. Bir kısmı Avrupa'ya bir kısmı Asya’ya sürülüyor. Avrupa ise Araplar ile gelen Yahudi nüfus Endülüs işgali ile yeniden göçe zorlanmış sonrası Selanik, Edirne oradan da İzmir ve Ankara'ya yerleşmişler. Endülüs Sefarad Yahudileri arasında Kabalacılık gelişiyor. Bu batıni hareket mistik ve sufi karakter taşıyor, zikir ve ayin gelişiyor. Osmanlıda dini baskı ile batıni sufi sahte peygamberlik iddiasında bulunan Sabatay Sevi hareketi gelişiyor.
İslam tarihinde ise tasavvuf kökleşmesi iki dönemde zirveye çıkıyor. Emevi saltanatı hüküm sürüyor. Arap olmayan unsurlar Müslüman oluyor ama yönetim, hükmetme, ayrıcalık sadece saltanat sülalesi ile Araplar öncelikli el üstünde, öbür Müslümanlar Mevali denilen fakir, muhtaç, dışlanmış. Arap olmayanlar ciddi bir psikolojik baskıya maruz kalıyor. Arap olmayan nüfus dini bir yorum geliştiriyor, daha insani, insancıl, hümanist, eşitlikçi ve adil sofiler gelişiyor. Kelamcıların buyurgan, emir veren, hükmetmek ve yönetmek üzerine kurulu dinsel anlayışı katı, sert dili yerine sevgi dili hakim olan yetmiş iki milleti bir gören kalp kırmayı en büyük günah gören nefsi terbiye etmeyi en büyük cihad olarak gören mutasavvıfların taliplileri genelde Arap olmayan Müslüman toplumda hızla yayılmıştır.
Emevî-Hâşimî iktidar kavgasından zarar gören ve yaşanan dramatik olaylar sonucu ümitlerini kaybeden, dindarlıklarının tehdit altında olduğuna inanan bazı kimseler, zahitliği bir hayat tarzı olarak tercih ediyor. Emevi saltanatının başından itibaren halk ve yöneticiler arasında Küfe, Basra, Mekke ve Medine’de içki âlemlerinin, eğlence ve sefahatin artması sonucunda, Irak’ta, Şam, Hicaz, Küfe ve Basra gibi büyük şehirlerdeki kimi çevreler, “zühd”ü bir hayat tarzı olarak seçtiler. Zahitler ve daha sonra sûfîler olarak yaygınlaşacak olan bu hareket, sadece Emeviler'e karşı bir protesto hareketi değildi aynı zamanda Haricîlerin dindarlığın şeklî boyutuna vurgu yapmalarına, amelleri/taatleri imanın önüne çıkarmalarına, insanların hayat ve mülkiyet haklarına, inanç hürriyetleri üzerinde baskı kurmaya ve şiddet eylemlerine kalkışmalarına ve de bazı Mutezilîlerin kendi görüşlerini başkalarına zorla kabul ettirme ve nasların sınırlarını zorlayan aşırı akılcılığına da bir tepkiydi.
İslam dünyası en büyük işgal talan-katliam dönemi Moğol istilasıdır. Siyasi birliğini kaybetmiş, paramparça olmuş Anadolu insanının bu acıları dindirmek için sığınak yine Tasavvuf alimleri dergah Ocaklar olmuş. Yunuslar, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli erenler ile sufilik artmıştır. Selçuklu ve Osmanlı'da tarikat-cemaat yapısı korunmuş, yeniçeriliğin kaldırılması ile Bektaşilik yara almıştır. Osmanlı'da bunlar siyaset ile ilişkiler içinde olanlar ciddi bedel ödemiştir ve Osmanlı hanedanı siyasete karışmasın diye kontrol altında tutmuş eğemenlik alanına müdahale ettirmemiş, edeni şiddetli cezalandırmıştır. Abdülhamit'in panislamist politikası ile Afrika, Ortadoğu, Asya'daki tarikat şeyhlerini kullandığı dolayısı ile bağımsız özgürlüğü ilk bozan saraya bağlı hale getiren II.Abbdülhamit'tir. Günümüz cemaat ve tarikatları da devlette resmî protokol ile ağırlanıyor, devlet desteği ile beslenip saraya bağlı hale gelmiştir. Herkese kucak açan bağımsız, özgür yapısı ile her dinden, dilden, milletten insana kucak açan yapısı ile eski yapı daha fazla gönüllere girebiliyor, daha saygın bir konumda idiler. Saraya bağlı yapıların yöneticisi makam, mevki, para sahibi olsa da daha özgür daha saygın daha faydalı değildir.
Eskiden tarikat denince akla tekkeler gelirken şimdi şirketler gelmekte; eskiden dergâhlar, mescitler, camiler, çilehaneler gelirken artık televizyon kuruluşları, zincirleşmiş alışveriş mağazaları, adına “uluslararası” nitelemesi oturtmuş özel hastaneler, “uluslar üstü” iş hacmine sahip finans kuruluşları gelmekte. Hâlbuki İslam tarihinde tarikatlarla kurumsallaşacak tasavvufun doğuşu, Emeviler döneminin giderek dünya malına tamah eden, lükse, maddiyata, zenginliğe ve şaşaaya gark olmuş haline duyulan rahatsızlık ve tepkinin sonucuydu. O yüzden “Bir lokma bir hırka” denmiştir, O yüzden “Bir dost bir post yeter bana” denmiştir. O yüzden “Fakirlik benim elbisem” denmiştir. Görüldüğü üzere artık böyle denmemekte ve elbise olarak “fakirlik” değil, “marka” giyilmekte.