Muhafazakârlık, koruma ve kollama demektir. İyiyi ve lazım olanı koruma. İki yönü vardır. Koruma ve geliştirme.
İnsan sevdiği ve ihtiyaç duyduğu şeyleri korur, korumak ister. Sevdiği şeylerin devamlılığı onun devamlılığı gibidir. Sevdiği canlıların veya cansızların, eserlerin daima var olmasını, zayıflamamasını, hastalanmamasını, güçten düşüp yok olmamasını ister.
Yok olmaması için, geliştirilmesi ve iyileştirilmesi gerektiğine inanır. Gereğini yaparak varlığının devamını ister. İşte bu duruma kısaca muhafazakarlık denir.
Muhafazakarlıkta insanın önceliği: Canı, malı, nesli, namusu korumadır. Kabul görmüş faziletlerin korunması da muhafazakarlıktır. Reziletleri koruma veya devam ettirmek muhafazakarlık sayılmaz. Yani toplumların benimsediği, iyi kabul edilen değerleri korumak muhafazakarlıktır.
İster insan ister hayvan olsun, bir annenin yavrusunu koruyup kollaması, büyütüp iyi ve faydalı olacak şekilde yetiştirmesi muhafazakarlıktır.
Aynı şekilde toplumların değer verdiği, faydalandığı tabiatı, içinde yaşayan canlıları koruması, geliştirmesi, ilk canlıdan bu yana insanların yaptığı eserlere olduğu gibi sahip çıkıp koruması da muhafazakarlıktır.
Bu eserleri, tabii güzellikleri muhafaza etmek de yetmez, ilk halini bozmadan değerlerin çağa uygun olarak iyileştirilmesi ve geliştirilmesi de gereklidir.
Muhafazakârlığı, millet boyutuna da taşıyabiliriz. Her muhafazakâr insan kendi milletinin değerlerine sahip çıkar. Milliyetçilik de denilen bu olgu, mensubu olduğu milletinin değerlerinin korunması, geliştirmesi, bağımsız yaşama isteğinin devamını ister.
Milletin bağımsızlığı, yaşadığı ülkenin yer altı ve yer üstü bütün zenginliklerinin muhafazasından geçer. Bu zenginlikleri, kazanılmış kültür değerlerini satmak, yok etmek, yağmalamak, hor kullanmak, birilerine peşkeş çekmek muhafazakarlık değildir. Hele para için, toprağı, bitki ve hayvan varlığını, ormanları, yaylaları, tarihi mirasları satmak muhafazakarlık olmadığı gibi, millilikte değildir.
Yukarıda belirtilen değerler satılmadığı halde, tabii afetlere, hastalıklara, erozyona, insan ve hayvan tahribatlarına karşı korunamıyorsa, muhafaza edilmiyor demektir.
Geçmişte veya günümüzde yapılmış olan dinî bir eseri, bir köprüyü, bir konağı, bir kaleyi, ihtiyaç için kullanılan araç ve gereçleri tabiat varlıklarını v-s, olumsuz hava şartlarına, her türlü zararlılara karşı gelişen ve değişen teknoloji ile korumalıyız ki onları muhafaza edelim. Bu düzenlemeleri eserin aslını koruyarak, iyileştirmeleri aslı olan malzemeleri kullanarak yapılması muhafazakarlıktır.
Bir kaleden bir köprüden düşen taşı aslı bir taş ile tamiri gerekir. Sıkıştırılmış veya başka özelliklerdeki taşlarla yapılan iyileştirme, yenileme muhafazakarlık ve geliştirme değildir.
İnsanların gelişen ve değişen dünyada, elli, yüz, bin yıl önceki hayat tarzında yaşamasını istemek de muhafazakarlık değildir. Burada istenen muhafazakarlık, insanları maddi ve manevi açıdan kalkınmalarını sağlamak, teknolojiyi en üst seviyede kullanır olmak, kültür değerlerimizi insan tabiatına uygun olarak yüceltmek muhafazakarlıktır. Kültürsüzlüğü muhafaza etmek, muhafazakarlık değildir.
Muhafazakâr insan en iyi eğitimi alan, yüksek kültür seviyesine sahip olan, israfa kaçmadan en iyi imkanlarla yaşayan insandır ki bu yaşama hakkıdır. Ve bu hak daima korunmalıdır. İnsanlar üzerinde idareci olanların, insanlara, hatta diğer canlılara en iyi yaşama hakkını tanımaları muhafazakarlıktır.
İsimlerinin başlarına milliyetçi, muhafazakâr, demokrat kavramlarını koyup, her türlü tahribatı yapmak, muhafazakarlık değil, yıkıcılıktır.
Son günlerde ülkemizin zeytin yetişen bölgelerinde, zeytin ağaçlarının kesilerek maden aranacağı ile ilgili haberler yoğunluk kazanmıştır. Evet madenlerinde çıkarılıp ekonomiye katkı sağlaması istenen bir durumdur. Ne var ki karlılık (menfaat) kavramının yanında başka çevre kavramlarının de dikkate alınması gerekir.
Biz insanlar çevreye karşı sorumluyuz (Mesuliyet). Sorumluluk, menfaat gibi insan merkezli olmasa da genel menfaat açısından vicdanımıza, bütün insanlığa, dolayısıyla Allah’a karşı sorumlu durumdayız. Allah bu konuda, "Sonra o gün, size verilen her nimetten sorguya çekileceksiniz." (Tekasür suresi 8.ayet) Çevre bize Allah’ın ve eskilerin bıraktığı emanettir. Bizler halife olarak bu emanetleri bizlere bırakanlar gibi gelecek nesillere taşıma görevimiz vardır.
İnsanın çevreye karşı menfaat ve sorumluluğunun yanında, çevreye iyilik beslemek, hoşgörüyle bakmak, özel menfaatlerimizden fedakârlık yapmak ahlaklı ve erdem sahibi her kişinin görevidir. Faziletli bir insan, bana demeden önce insanlığa diyebilendir. Kesilen her ağacı, kendi bir organının kesildiğini hissedebilendir. Allah, bu hissi yaşayıp gereğini yapanlara da müjdesini vermektedir. "Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.’’ (Zilzal suresi 7-8. ayet)
Menfaat, mesuliyet, faziletli olmanın ötesinde; Hikmet (Bilge) sahibi Müslümanlar, çevrede gördüklerine olağan üstü bakabilmekte yaratılan her canlı ve cansızda görünüşünün dışında farkındalıkla bakmakta, yaratılanda Allah ne murat etmektedir sorusuna cevap aramaktadır. Bu bakış yukarıdan bir bakış değildir. Tam tersi mütevazi bir bakıştır. Yaratılan her şeyde bir hikmet olduğuna, boşuna hiçbir şey yaratılmadığına inanırlar ve bilirler.
Kur’an’da Allah’ın verdiği nimetlerle ilgili çok sayıda ayet vardır. Ben konumuzla ilgili olduğundan, içinde zeytin geçen ayeti vermek istiyorum. "Yukarıdan size su indiren O’dur. Ondan içersiniz; hayvanları otlattığınız bitkiler de onunla biter. Allah onunla size ekinler, zeytin ve hurma ağaçları, üzümler ve her türlü ürünü yetiştirir. Düşünen kimseler için bunda dersler vardır." (Nahl/16, Casiye/3-6)
Allah, çevrede gördüğümüz her şeyi ayet olarak nitelendirmektedir. Bunun yanında, üstteki ayette de adı geçen zeytin ağaçlarını yetiştirme yerine kesme cüretinde olacaklara, Allah’ın ve bütün insanlığın laneti üzerinde olacaktır.