Bugün biraz sektörel dertleşme yapacağım sevgili dostlar...
Ben Metalurji-Malzeme Mühendisiyim. Makine Mühendisliği ile ortak çalışma alanlarımız çok. Özellikle yurt dışında Malzeme Mühendisliği en önem verilen mühendislik alanlarından biridir. Zamanında TÜBİTAK'da çalışan birinin tavsiyesi ile seçtim bu dalı. O zamanlar pek bilinmiyordu ve yalnızca 4 okulda vardı. "Gelecekte Türkiye'nin teknolojik gelişmesi bizde bu dalın önemini artıracak" demişti... Ancak tökezlemeli bir gelişim izledik ve hep beton ön plana çıktı. Yalnızca şimdi değil, aslında o zaman da inşaat lokomotif sektör olarak görülürdü...
Döküm metotlarının ve malzeme biliminin geliştiği ve hassas döküm yöntemlerinin geliştiği bir çağdayız.
Motor bloku dökümü konusunda veya diğer teknolojik konularda yurdumuzda yapılan algının aksine yeterli insan kaynağımız mevcuttur.
Bilimin teknolojiye dönüşebilmesi için gerekli altyapı düzenlemeleri ve reel ekonomiye uygun ortam yaratılması gerekmektedir.
Zaman zaman tıp konusunda gündeme gelen başarılı doktorlarımıza benzer şekilde, bize algılatıldığının aksine, mühendis kaynağımız çok şükür ki vardır. Ancak doktorlar bireysel yeteneklerini ön plana çıkarabilecekleri bir alanda çalışıyor oldukları için mevcut düzenin yetersiz uygulamalarına rağmen, başarılarını gösterebiliyorlar.
Oysaki günümüz mühendisliği daha çok takım oyunu gerektiren ve birden çok farklı alandaki mühendisin birlikte çalışmasını mecbur kılacak bir teknolojik altyapı gerektirmektedir.
Sorun; teknik ekibin üretme becerisine sahip olup olmaması değil, bunu yönlendirecek, takım oyunu bilen güçlü şirket yapılarının ve üretim ekonomisi zihniyetinin eksik oluşundandır.
Sorun, beyin göçü için olanca uygun bir ortamı hazırlamış olduğumuz insan kaynağı kaybıdır.
Aselsan'daki ve Isparta uçağındaki kayıplarımız, şehit mühendislerimiz bunun birer örneğidir.
Asker alımları sırasında, yedeksubay sınavında "Aranızda uçak mühendisi var mı?" diye defalarca seslendiler bize. Ben de "Malzeme Mühendisiyim. Kompozit malzeme konusunda yararlı olmak isterim" dedim. Ancak komando seçmelerine gelen subay kadromuz bir uçağı uçak mühendisi tek başına yapıyor gibi bir algı içerisindeydi. Bana dedi ki "Komandoluk için gönüllülüğü işaretlemişsin".
"O konuda sıkıntım yok, komando olmak isterim, ancak tank bakımı veya uçak konusunda meslekî katkı yapabilir ve kendi mesleğim de körelmemiş olur diye söyledim" dedim.
"Askerden sonra yaparsın mesleğini" dedi.
Şırnak'da yedek subay asker arkadaşlarımla zaman zaman şunu farkettim; İçimizde her meslekten askerlik yapanlar vardı. Her birimiz iyi bir koordinasyon ile bölge kalkınması için çalışabilirdik. Terör belası buna imkan vermiyordu ama, terörle mücadelenin köklü olması da kalkınmaya bağlı idi...
O dönemde askerliğini öğretmen olarak tamamlayarak yurdumuzun çocuklarını eğiten arkadaşlarımız vardı. Terörist için en büyük engel belki de onlardı... Buna benzer bir uygulamayı başka meslek dalları için de yapabilmiş olsaydık keşke...
Derinine inersek Türk Traktör'den, Döktaş'a kadar, mevcut büyük holdinglerimizi teknoloji üretmek yerine marketçilik (aslında bakkallık) zinciri olmaya yönlendirilmesine, Özdemir Sabancı'nın otomotivde önün kesmek için muammalı bir cinayete kurban edilmesine dek... Çalıştay konusu yapılacak kadar uzar bu konu. Ancak ben bu otomobil konusunda ciddiyetli bir yaklaşım görmüyorum. TEMSA gibi bir kurumla ilgili hiçbir söz (olumlu veya olumsuz)söylemeyenleri nasıl ciddiye alabiliriz ki?
Konuyu ekonomiye doğru toparlarsak; Mühendisi işsiz olan veya uygun ortam bulamayan bir ekonominin kalkınması olur mu?
Mühendis demek, ülkeyi orta gelir tuzağından kurtaracak teknolojik yatırımın insan kaynağı demektir. Bir mühendisin istihdamı, beraberinde onlarca işli insan demektir.
Parayı yola değil de yol yapan makineleri üretmeye harcamış olsaydık bugün milli gelirimiz ne olurdu acaba?
Yollarımızı kendi makinelerimizle yapıyor olurduk...