Ne Günlere Kaldık Yarabbi...

Zeynel KOZANOĞLU

 

Olayı öğrendiniz mi? Türkiye’nin başkentinde, Ankara’da,  uyduruk bir ülkenin diplomatları otomobilinden indirdikleri  hava binbaşısı pilotumuza sokak ortasında meydan dayağı atıyorlar. Oncağızı hastanelik ediyorlar. Üstelik binbaşının eşi ve çocukları da yanında…

Saldırganlar yabancı değil. Benim din kardeşlerim…

Benim ülkeme sığınmacı olarak gelmişler. Benim insanım, insanlık edip evini arkadaşa kiraya vermiş. Bu utanmaz kiracı ev sahibini öldürüyor. Anlaşmazlık ne olursa olsun, bir kişinin öldürülmesine “olur” gözüyle bakan bir din var mı?

Bu cani de yabancı değil. Benim din kardeşim…

Güney Doğu Anadolu’dan haberler geliyor. Suriyeli sığınmacılar lokantalarda yemek yiyorlarmış. Tıka basa karınlarını doyurduktan sonra, sıra hesap ödemeye gelince de kırık Türkçeleriyle ve yamuk yılık ağızlarıyla “Parayı Tayyip’ten iste” diyorlarmış.

 Bu arkadaşlar yabancı değil. Benim din kardeşlerim.

Yavru Vatan Kıbrıs’tan bir olay. Bana bu olayı anlatan arkadaşın adını veremem. Ama gerçek olduğuna ben kefilim. Lefkoşa’da Türk kesiminde iyi giyimli ve de eli çantalı bir arkadaş büyücek bir  evi kiralıyormuş.  Düzgün bir aile görünüşü ve inandırıcı durum.

Ancak, evde iki ya da üç kişi oturacak iken günden güne evde barınanların sayısı neredeyse otuza çıkıyormuş. Ve kirayı ödemek şöyle dursun ev sahibini öldürmekle filan da korkutarak evin çevresine yaklaştırmıyorlarmış.  Adamcağız devlete başvuracak olsa, hayatı ortada.

“Lanet olsun” diyormuş ve evini öldüm eşek fiyatına satışa çıkarıyormuş.

Bu zorbalar yabancı değil. Benim din kardeşlerim…

Bu anlattığımı “mış” lı “miş” li anlattığım için inandırıcı bulmamış olabilirsiniz. O halde ben bire bir içinde bulunduğum bir olayı anlatayım.

Danimarka’da doğan ve yirmi iki yaşına kadar bu ülkede büyüyen, Kopenhag Üniversitesi’nde okuyan (şimdi mezun) torunum Anıl Bülent Biçkin babasıyla birlikte Kopenhag’tan İzmir’e gelirken Çanakkale’den berilerde bir kasaba önündeydi.

Şeref yoksunu biri  T biçimli bir kavşakta yandan çarptı. Polis adamı sekizde sekiz kusurlu buldu.  Üstelik içkiliydi de. Arkadaşın bu kazadan dolayı Anıl’ıma karşı bir takım yükümlülükleri doğmuştu.  Kendisiyle ben telefonla konuşacak oldum.

Bana kelimesi kelimesine şunları söyledi:

“Ben o akşam arabanıza çarpmakla belki de çocuklarınızın hayatını kurtardım. Çünkü, belki de ileride ölümcül bir kazaya uğrayacaklardı da, ben karşılarına çıkarıldım. Bunun için Allaha şükretmek dururken bir de benden ne istiyorsunuz, onu anlayamadım.”

Bu kişi de yabancı değil. Benim din kardeşim.

Şimdi şu sözlerimi dikkatle okuyun ve özenle değerlendirin lütfen…

“Bu insanlar hangi dinden iseler, ben o dinden değilim. Onlar cennete gideceklerse ben cehennemin dibinde yanmaya razıyım. Ve dilerim Allahtan ki,  bu yazının başından beri sayıp sıraladığım örneklerde söz konusu ettiğim kişileri Allah bildiği gibi yapsın. Ben de söylemimde haddimi aştıysam, Allah benim de cezamı versin.”

Ben edebimi korudum. Dikkat ediniz o kişilerin hiç biri hakkında “köpek yavrusu” demedim.