Öncelikle, Türk milletinin yeni yılını en içten dileklerimle kutluyor, 2013 yılının hepimize neşe, huzur, refah ve mutluluk getirmesini temenni ediyorum.
Bir önceki yazımızda, kısaca siyasetin tanımını yapmış, kişilerin siyasi tercihleri ve siyasete yönelim şekilleri üzerinde durmuştuk. Bu yazımızda ise neden siyaset yapmamız gerektiği daha doğrusu siyasetle neden ve nasıl ilgilenmemiz gerektiği konusuna değineceğiz.
Yüce Allah (c.c) her insanı farklı bir fıtrat üzerine yaratmıştır; herkesin kendisine has bir üslubu, kabiliyetleri ve hasletleri vardır. Yaradan’ın bize bahşettiği yetenekler doğrultusunda kendimizi bir meslek kolunda yetiştirir ve zamanla ustalık mertebesine ulaşarak birikimlerimizi kendimizden bir sonraki nesile aktarırız. Bu vesileyle, bir bilgi akışı, tecrübe aktarımı ve meslek döngüsü meydana gelmiş olur. İlgi ve hasletlerimiz doğrultusunda kimimiz terzi, kimimiz nalbur, kimimiz hattat, kimimiz ressam, kimimiz hekim, kimimiz müzisyen ve kimimiz de berber oluruz. Elbette ki yeteneklerimizi şekillendirip ehlileştireceğimiz meslekler saydıklarımızla sınırlı değildir. Bunların dışında birçok meslek dalı bulunmakla beraber gelişen dünya ve ilerleyen teknolojinin ışığında ortaya çok sayıda yeni bilim dalı çıkmış ve bu alanlarda yeni iş sahaları ve meslek kolları oluşmuştur. İnsanoğlu bu alanlarda da az önce bahsi geçen karşılıklı iletişimi gerçekleştirmektedir. Ancak, siyaset böyle değildir. Siyaset, siyasetçinin işi değildir; çünkü, bir geçim kapısı ya da meslek dalı değildir. Siyasetçi olmak için üstün meziyetlere sahip olmanız gerekmez. Siyaset herkesin işidir. Toplumu kucaklayıcı ve kapsayıcı bir özelliğe sahiptir. İsteyen herkes siyaset yapabilir, bir siyasi gruba dahil olabilir. Bunun başlıca sebebi; siyasetin, siyasetçiler tarafından halk adına, halk için yapılıyor olmasıdır. Herhangi bir ülkede yaşayan ve vatandaşlık bağı ile bağlı olan her birey, o ülkenin mukadderatı üzerinde eşit ölçüde söz hakkına sahiptir. Siyaset yapmak; herhangi bir zümrenin veya kişinin tekelinde değildir. Siyaset yapmak, siyasetçi olmak; zengin bir iş adamı kadar belediyede çalışan bir temizlik işçisinin de en doğal hakkıdır. Muhakkak ki herkes siyasetin üst kademelerinde yer alıp, esas söz sahibi konumuna yükselemez. Kişisel becerilerimiz işte tam bu noktada devreye girmektedir. Örneğin; zeki, teşkilatçı ve ahlaklı bir kimsenin siyaset basamaklarını hızla çıkarak üst mertebelerde vazife alması işten bile değildir. Fakat, aksi bir konumda oluşumuz yani üst kademelerde yer almıyor oluşumuz; bir hiç olduğumuz anlamına gelmez. En küçük ilçede dahi olsa, bir siyasi partinin bilinçli ve kararlı kişilerden oluşan üyeler topluluğu, aynı partinin üst yönetimleri ya da iktidar partisi için bir tazyik unsuru olabilir. İnançlı ve kararlı bir kitlenin caydırıcı etkisi asla göz ardı edilmemelidir.
Cumhuriyet’in kurulmasından bu yana gelen süreçte Türk milleti hak ettiği refah düzeyine bir türlü ulaşamamıştır. İstenilen, beklenilen iktidar henüz iş başına gelememiştir ve ne yazık ki ülkemiz uzun yıllardır Orta Çağ Avrupası’nı yaşamaktadır. Ülkemizin mevcut sosyoekonomik durumunu Orta Çağ Avrupası’nın “karanlık çağlar” olarak isimlendirilen dönemine benzetmek yerinde olur. İktidara gelen partilerin Başbakan, bakanlar, milletvekilleri, MYK üyeleri gibi üst yöneticileri; dükleri, il ve ilçe başkanları ile onların yönetim kurulları gibi alt yöneticileri; lordları, yandaşları ise; kontları meydana getirmektedir. Yoksul vatandaşlar; modern serfler (köle) konumundadırlar.
İktidarın yoksul vatandaştan istediği; ülke meselelerine karışmaması, başkaldırmaması ve sistemin işlemesi için ihtiyaç duyulan iş gücü ve sermayeyi sağlamasıdır. Onların yoksulluğu; sistemin yegane güç kaynağıdır. Çünkü, geçim derdi ve ekmek kavgası yani beyinleri kemiren “Çocukları nasıl okutacağım?”, “Bu akşam eve ne götüreceğim?”, “Ay sonunu nasıl getireceğim?” sorun ve sıkıntıları; vatandaşın sağlıklı düşünmesine engel olmakla beraber, onun toplumsal kaygılardan uzaklaşıp, içe dönük muhasebe yapmasına sebep olmaktadır. Vurdumduymazlık, yeis ve duyarsızlık; işte iktidarların istediği durum tam olarak budurr.
Bir diğer benzerlik; inanç sistemidir. Bu konuyu Orta Çağ Avrupası’nın “yüksek orta çağ” olarak isimlendirilen ikinci dönemine benzetebiliriz. Luteryenlik, Kalvinistlik, Protestanlık ve Ortodoksluk gibi mezheplerin yoğun çatışmalarına sahne olan bu dönemin kazananı; her zamanki gibi sistem olmuştur. İnançlara ekilen fitne tohumlarının meyveleri; altın, gümüş, toprak ve ölümdür. Ülkemizdeki mevcut sistem toplumu Sünni, Şii, Bektaşi, Alevi vs. şeklinde kutuplaştırdıktan sonra birini diğerine kırdırmak suretiyle yerini sağlamlaştırmakta ve iktidarını güvenceye almaktadır. Bu hizipten elde edilen ürünler; oy, kişisel refah, koltuk ve toplumsal huzursuzluk olmaktadır. Kargaşa, çatışma ve ayrışma; iktidarlar bizden bunları istemektedir.
Tüm bunların neticesinde iktidar sahipleri halkın çaresizliğinden beslenebilmekte ve rahatça umut tacirliği yapabilmektedirler. Bütün bunlara dur diyebilmek için bireylerin kendi fikri yapılarına en uygun siyasi kuruma giderek ülkesinin mukadderatı hakkında söz sahibi olması gerekmektedir. Aksi taktirde, iktidarlara karşı sarf edilen sitem, kin, nefret sözlerinin kuru bir gürültüden öteye geçmesi mümkün değildir. Demokratik çerçevede yapılacak her başkaldırının meşru olduğu gerçeği, asla unutulmamalıdır. Bir siyasi partiye dahil olurken faydacı yaklaşımlardan uzak durmak, milli ve manevi kaygılar taşımak, bilinçli ve inançlı bir şekilde ve mensubiyet şuuruyla hareket etmek; ehemmiyet arz etmektedir. Ayrıca, bir siyasi partiye katılmak; sosyalleşmek ve yeni çevreler edinmek adına da olumlu bir davranıştır. Yardımlaşma ve paylaşmayı öğretir.
Eğer “Hayır, ben bu işi beceremem. Siyaset bana göre değil. Oyumu verir, geçerim” fikriyle hareket ediyorsanız, sizlere bilim tarihine damga vurmuş iki bilim adamının hayatlarındaki ilginç anları hatırlatmak istiyorum:
Dokuz yaşına kadar konuşmayı çözemeyen, ilkokulda sınıfta kalan, üniversiteye ancak ikinci denemesinde girebilen dünyaca ünlü bilim adamı Einstein içinizdeki gizli cevhere; inançları uğruna cebindeki 4 centle New York'a giden ve burada bir yıl boyunca açlıkla mücadele edip, çukur kazarak hayatını idame ettiren; A.K.Brown adlı firmanın verdiği destek sayesinde yaptığı bilimsel çalışmalar sonucunda, dünyadaki bilim ve teknoloji yapısını tam anlamıyla 'kökünden' değiştirecek buluşlara imza atan Nikola Tesla ise azminize rehber olsun.
Selam, saygı ve dûa ile...