Hep derlerdi de inanmazdım. “Büyük aşklar nefretle başlar” diye…
Bu söz gerçek oldu. Nefretle başlayıp devam eden Bahçeli Erdoğan ilişkisi platonik bir aşka dönüştü.
Birbirleri hakkında ağza alınmayacak sözler söylemişlerdi.. Meydanlarda, TV’lerde bu hakaretlerini bağıra çağıra defalarca tekrar etmişlerdi.
Şimdi bu sözleri yazmaya kalksam sizler rahatsız olursunuz. Çünkü bu köşede böyle bir üsluba alışık değilsiniz.
Devlet Bey bir kalp ameliyatı oldu. Huyu da, tavrı da değişti.
En yakın arkadaşlarını sevmediğini, en nefret ettiği zatı ise çok sevdiğini fark etti.
Flört döneminde pek anlayamamıştık. Sadece belli konularda işbirliği yapacaklar sanmıştık.
Fakat Bahçeli yıllardır savunduğu bütün ilkelerin tam tersini savunmaya başladı.
Platonik aşk o kadar tesirli oldu ki, sevdiği zatın gücüne güç katması için Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en tehlikeli hamlesini yaptı. Türkiye’yi tek adam yönetimine götüren referandumun mimarı oldu.
“Devlet Beyimizin bir bildiği vardır” diye düşünen bir kısım samimi ülkücüleri de bu günahına alet etti.
“Aşkın gözü kördür” derler.
Demokrasi tarihimizde önceden hiç görülmeyen bir şeyler oluyor. İlk defa bir muhalefet partisi kendisinin iktidar hedefi olmadığını, hedefinin Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı seçtirmek olduğunu açıkladı. Artık rekabet bitmiş, ortaklık resmileşmişti.
Hatta Devlet Bahçeli Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday çıkarmayacaklarını, kayıtsız şartsız Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceğini açıklamakla kalmadı. 2019’dan sonraki 5 yılda da desteğinin devam edeceğini söyledi.
Şaşırdık.. Bir parti gelecek altı senesini nasıl böyle ipotek altına alırdı? Partinin yetkili kurullarında tartışılmış mıydı? Bilemiyoruz.
Bahçeli’nin bu tavrını, CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel “batan geminin malları bunlar” kampanyasına benzetti. “Büyük mağazaların kapısında görürsünüz, 'patron çıldırdı, kapatıyoruz’ falan. MHP’nin durumu o” diye yorumladı.
Bu tavra “çıldırma” denebilir mi bilemiyorum ama ben sebebini galiba anladım. Bir muhabbet tezahürü bu.
Bu nefretten muhabbete dönüşen sürecin benzerini Süleyman Soylu’da, Numan Kurtulmuş’ta da görmüştük. Anlaşılan Erdoğan da nefretleri aşka dönüştürebilen bir iksir yeteneği var.
Bahçeli, muhabbetinin katıksızlığını göstermek için de, “Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olduğunda, kuracağı hükümetin içerisinde ‘bu kadar bakanlık isteriz’ gibi ahlaksız bir davranışın içinde olmayız” dedi.
Yetmedi, “kendisine destek verdik diye, ortaklık veya koalisyon talebimiz de olmaz” diye ilave etti.
Sadece bu emsalsiz sevgi bağının nişanesi olarak, tek taş pırlanta niyetine, küçük bir ricada bulundu:
Yüzde 10 barajı çok yüksek. Ya barajı düşürün veya seçim kanununa ittifakları dâhil ediverin. Baraj altında kalsak da Hazine yardımının devamını sağlayıverin.
Erdoğan mutlu da olsa biraz nazlı gibi. Ama bu kadar muhabbeti karşılıksız bırakmaz herhalde.
BENİM GÖZÜMLE BAKARSAN…
Melik Hazretlerine Mecnun’un halinden bahsediyorlar. Dediler ki:
“Mecnun, iyi ve kuvvetli bir şair olduğu halde, Leyla’nın aşkından çöllerde dolaşıp perişan bir hale düştü. İrade dizginini elinden kaçırdı.”
Melik, “Onu bulup getirin” emrini verdi. Mecnunu bulup getirdiler ve huzura çıkardılar.
Melik, onu ayıplayarak şöyle dedi:” İnsanlık şeref ve haysiyetinden ne zarar gördün ki, hayvanlık huyunu aldın da, insanlar arasında yaşamaktan vazgeçtin?...”
Mecnun ona inleye inleye şu cevabı verdi:
”Birçok dostlarım Leyla’yı sevdiğim için beni ayıpladılar. Fakat bir gün Leyla’yı gördüklerinde, benim mazur olduğumu anlayacaklardır.”
“Ey gönlümü alan güzel!... Keşke beni ayıplayanlar seni bir görseydiler. Seni görünce, turunç kesecekleri yerde kendilerinden geçip ellerini keserlerdi. Bunu görmek isterdim. O zaman hakikat meydana çıkar ve davamda haklı olduğum sabit olurdu.”
Melik; “Bir de biz görelim bakalım. Ne biçim şeymiş bu Leyla” dedi ve onun aranıp bulunmasını ve huzuruna getirilmesini emretti.
Melikin emri üzerine memurlar Leyla’yı bularak getirip huzura çıkardılar.
Melik, baktı ki, bu Leyla denilen kız, esmer mi esmer, zayıf mı zayıf.... Melik, Leyla’yı beğenmedi. Çünkü haremindeki cariyelerin en çirkini ve hakiri, ondan daha güzel ve daha süslü idi...
Zeki Mecnun, melikin aklından geçeni derhal anladı ve dedi ki:
“Ey Melik!.. Leyla’ya kıymet vermek için ona, Mecnun gözüyle bakmalısın. Eğer Leyla’ya benim gözümle bakarsan ondaki güzelliğin o zaman farkına varırsın...”
Mesnevi’de şöyle geçiyor:
Sen benim derdimi kavrayamazsın ki, bana acıyabilesin. Benim derdimi idrak ve ihata edebilen bana arkadaş olabilir. “İki odun birlikte olursa iyi yanar.”
“Sağlam insanlarda yara derdi bulunmaz. Ömründe bir kimseyi arı sokmamış ise, ona arıdan bahsetmek boş şeydir. Sen benim gibi bir derde müptela olmamış isen, benim halim sana efsane gibi gelir. Onu bir masal gibi dinlersin.”
Leyla ile Mecnun hikâyesinin sonu daha da ilginçtir: Leyla her şeyi göze alarak, Mecnun'u çölde aramaya başlar. Fakat Mecnun, dünyadan elini eteğini çekmiş, Leyla’dan geçip Mevla’ya sığınmıştır. İlâhî aşk yüzünden Leyla’nın maddî varlığını unutmuştur. Leyla, çölde Mecnun’u bulduğu hâlde, Mecnun onu tanımaz.Şu sözler dökülür ağzından:
“Sen sensen ben kimim? Ben bensem sen kimsin?”