Her çalışan bütçesini, maaş bordrosunda yazan brüt ücretine göre değil, ay başında eline geçen net ücretine göre planlar. Her tasarruf sahibi de haklı olarak sadece cebine giren net nominal faiz ile ilgilidir.
Buna rağmen medyada reel faiz hesabı yapılırken, net nominal faizi dikkate alanların azınlıkta kaldığı görülüyor. Basit hesapla, “faiz yüzde 12, enflasyon yüzde 10 ise reel faiz yüzde 2’dir” hükmü veriliyor. Oysa bu hesapta reel faiz sıfıra yakındır.
Çünkü;
Nominal faiz, görünürdeki faiz oranıdır ve brüttür. Tasarruf sahibinin eline geçen ise vergi stopajından sonraki net faiz tutarıdır. Bu stopajı düşüp net nominal faizi bulmadan reel faize ulaşmak mümkün değildir. Yani reel faiz, net nominal faizin beklenen enflasyondan arındırılması ile ortaya çıkan faiz oranıdır. Faizde ‘Net’ ekinin, enflasyonda ise ‘Beklenen’ ekinin unutulduğu tanımlar eksiktir.
Neticeye gelelim…
Şu anda Türkiye’de nominal faiz vadeye göre, bankaya göre, meblağa göre küçük değişiklikler gösterse de, net nominal faiz artık tek hanelidir.
MB Para Politikası Kurulu yılın ilk toplantısında; politika faizini 75 baz puan düşürerek yüzde 12’den yüzde 11,25’e çekti. Böylece mevcut TL mevduat faizleri bütün vadelerde yaklaşık yüzde 10,35’e indi. Bu faizin yüzde 15 stopajdan sonraki net getirisi de yüzde 8,80 oldu.
Enflasyon mu ?
Şu anda yaşadığımız da, beklediğimiz de çift haneli enflasyondur. Aralık 2019’da yıllık bazda enflasyonun yüzde 11,84 olarak gerçekleştiğini biliyoruz. Artık onu geride bıraktık. Reel faiz hesabı için ileriye bakmamız gerekiyor.
2020 Ocak ayı Merkez Bankası Beklenti Anketi’ne göre, 2020 yıl sonu tüketici enflasyonu (TÜFE) beklentisi yüzde 10,01 olarak açıklanmıştır.
Bu anket sonucunu dikkate almamın sebebi; hepsi konularında uzman olan reel sektör, finansal sektör temsilcileri ile profesyonellerden oluşan 62 katılımcı tarafından üretilmiş olmasıdır.
Geldiğimiz nokta; yeniden negatif reel faizle tanışmış olmamızdır.
Elbette dünyada negatif reel faize sahip gelişmiş ülkeler vardır. Ancak, enflasyonu yüzde 1’e, risk primi (CDS) sıfıra yakın bir ülke ile yüzde 10’un üzerinde enflasyona sahip ve risk primi de 270 baz puan civarında seyreden bir ülke kıyaslanamaz. Çünkü, önce net nominal faizinizin enflasyon oranını geçmesi gerekir, sonra da reel faizin CDS payını da (yüzde 2,7) aşması beklenir. Yani reel faiziniz asgari yüzde 4 olmalıdır ki, bu ekonomiye para gelsin.
Ama madalyonun bir de diğer yüzüne bakmak gerekiyor. Merkez Bankası’nın, ekonomiyi canlandırmak üzere faizi ‘para politikası aracı’olarak kullanma görevi vardır. Bankaların, kendisinde tutacağı cari hesaplarına uyguladığı faizi enflasyonun altında tutmalıdır ki, “bu likiditeyi bende tutmak yerine kredi ver” mesajı doğru adrese gitsin ve borçlanma maliyetleri düşsün. Bu hamle doğru gözükse de, devamlılığı için negatif reel faizle bankaların TL mevduatı toplaması ve kredi musluğunu açık tutması o kadar kolay gözükmüyor.
Dolarizasyonu artıran da budur. TL mevduatta kalan tasarruf sahibi üste bedel öderken, döviz mevduatında kalanın hiç değilse ‘kur artışından kazanma ihtimali’ vardır.
Son zamanlarda dolarizasyonu azaltmak üzere döviz hesaplarında kesinti oranı artırılıyor, işlem vergisi konuyor. Bu şekilde dolarizasyonun önlenemeyeceğini bir müddet önce yazmıştım. Çünkü, TL mevduat faizinin yüzde 20’lerin üzerinde seyrettiği 7-8 ay önce bile döviz terkedilip TL’ye geçiş yaşanmamıştı.
MB verilerine göre; 2018 sonunda 161 milyar dolar olan yurtiçi yerleşiklerin toplam yabancı para cinsinden mevduatı 2019 sonunda 193.6 milyar dolara yükseldi. Yılın ilk ayında da yükselişin devam ettiğini, 31 Ocak itibariyle 194.5 milyar dolara ulaşan yeni seviye teyit ediyor zaten.
Döviz mevduatının artmaya devam etmesi, getiri amaçlı değil korunma amaçlıdır. Mevduat sahibi dövizi faiz için değil yastık altından daha güvenli bulduğu için bankaya götürüyor.
Şimdi geliyoruz yeni faiz oranlarının piyasaya zincirleme etkisine…
Normal olarak enflasyon oranı düşmeden faizler düşürülürse, tüketicinin tasarruf yerine tüketimi tercih etmesi ve sonucunda da iş dünyasında yatırımların, bireylerde de harcamaların artması beklenir. Muhtemelen istenen de budur. Ancak her doğru her ekonomide aynı etkiyi göstermeyebilir.
Nitekim düşük büyüme, yatırımsız ortam, yüksek işsizlik ve yetersiz talep devam ediyor. Zira güven yoksa tüketim artmaz (tüketici güven endeksi 60’ın altında). Tüketim artmadan yatırımcı risk almaz. Yatırım yoksa kredi talebi yeterli olmaz. Bu durumda da düşük faizin anlamı kalmaz.
Sonuçta, 2020 yılı içinde faiz artışının gündeme gelmesi zorunludur. Zira reel faiz eksiye düşmüşse, tasarruf sahibinin dövize, altına veya diğer yatırım araçlarına yönelmesi devam eder. Üstelik gayrimenkule yönelişin istendiği de çok açıktır. Bu durum emlak sektöründe yine fiyatların şişmesine sebep olur. Ama esas problem, kaynağı azalan bankaların kredi vermedeki iştahsızlığıdır. Zaten tasarruflar yetersiz olduğu için yatırımları ve büyümeyi dış kaynaklara bağımlı hale getirmedik mi ?
Peki bu nasıl devam edecek ?
Bırakalım negatif reel faizi, yetersiz reel faiz bile bizim gibi yabancı para akışına ihtiyaç duyan ülkelerden, reel faizi daha yüksek ülkelere doğru portföy yatırımlarının ve sıcak paranın kaymasına sebep olur. Veya yabancıların kendi ülkelerindeki negatif reel faizi bırakıp aynı şartlarla bize gelmelerini bekleyemeyiz.
Sonuçta, gelişen ülkelerde enflasyonun çift haneli, faizin tek haneli olması; kolay yönetilebilir bir durum değildir.