Terbiyesizliğin de bir sınırı var. Adamın eşeğinin kuyruğunu kesersin. Başın derde gireceğinde de “Canım, neyse parasını veririz” der işin içinden çıkmaya kalkışabilirsin. Böyle bir hal karşısında eşeğin sahibi de belki “Şu kadar para verirsen konu kapanır” diyebilir.
Bir eseri çalmışsan, eseri çalmakla da bırakmayıp kirli siyasete alet etmişsen uğranan zararı parayla karşılayabileceğini düşünemezsin. Böyle düşünmek insan olan insana yakışmaz. Bir sanatçı sanatını konuşturmuş bir türkü ortaya getirmiş. Türkü Türk dünyasında ünlü hale gelmiş. “Çırpınırdı Karadeniz…” gibi… Ya da “Sarı Gelin…” gibi.
Sen bu türkülerin müziğini alıp üstüne kendi keyfine göre sözler döşeyerek bu eseri kullanamazsın. Hele hele makbul bir yolda olsa belki hoş görülebilir. Deprem olmuş, insanlığın dikkatini çekmek istiyorsun… Nükleer yıkıntı yaşanmış, insanlara moral vermek için böyle bir çareye başvurmuşsun. Kendinde müzisyen geçiniyorsun, avanak.
Türkünün asıl sahibi Kazakistan’da Astana kentinde yaşıyormuş. Bayağı ünlü biri olduğu da görülüyor. Arslanbek Sultanbekov. Türk dünyasında dil birliği sağlanabilse biz o yiğit Türkü Arslanbey” diye anabileceğiz. İnsan böyle bir değere nasıl kıyar…
Ben olayın bir başka yönünü irdeleyeceğim. Adını burada anmak istediğim o müzik hırsızı diyor ki, “Canım, neyse parasını veririz.” Bu yaklaşım çok tehlikeli. Her hangi bir konuda bu formülü kafasında yeşertmiş, yerleştirmiş bir kimseden anasına bile hayır gelmez.
Hadi şimdi üzerinde biraz düşünelim… Arkadaşımız benim yazdığım ve basılmış bir kitabın beş yüz adedini kaldırıp denize atsa, “ben de ona “Ne yaptın efendi?” desem… O da bana “Canım neyse parasını veririz” dese… Hiç vakit geçirmeden “Ver öyleyse…” derim.
Çünkü basılmış kitap için ortaya konulan bu yeni kaynakla aynı kitaptan yeni nüshalar bastırılabilir. Peki ya yıllarca uğraşarak yazdığım ve elimde tek nüsha olarak bulunan kitabı denize atarsa, o arkadaşın vereceği kaç lira benim duyacağım acıyı giderebilir?
Arslanbey müzik ürünü ortaya koymuş. Tertemiz ortamlarda tertemiz duygulara hitap etsin diye özen göstermiş. Sen onu kirli siyaset arenasına malzeme olarak sunuyorsun. Arslanbey para kaybetmedi ki… Eseri itibar kaybetti. Kaç lirayla o itibarı geri getirebileceksin?
Bu mantıkla yola çıkınca yerli filmlerde rastlıyoruz. Evin şımarık hanımı kolyesini koltuğun arasına düşürüyor. Bulamayınca temizlikçi kadını suçluyor. Onu işten kovuyor. Sonra kolyeyi bulunca hatasını anlıyor ve kadını işe geri çağırıyor. Kadın geliyor mu?
Gelmez… Filmde gelmiyor, gerçekte de gelmez. Çünkü o kadının onuru var. Arslanbey’e para vererek onun eserinin kirlenmişliğini kaldıramazsınız. Böyle bir yanlışa düşmeniz sizin doğru dürüst biri olmadığınızı gösterir. Arslanbey’e bir şey olmaz.
Son zamanlarda öylesine akıl almaz olaylar sergilenir oldu ve bu olaylara da öylesine akıl almaz kılıflar uydurulmaya başlandı ki, trafik karma karışık. Bakınız ben bu yazıyı yazarken facebook’a bir gönderi düştü. Yazar filan diye epey zamandır ünlü biri, başbakanın oğlu ile telefon konuşması konusunda laf etmiş. Ve evden kaçırılan para için demiş ki:
“Başbakana Zenginlerin verdiği zekâttır belki…”
Sakın inanmamazlık etmeyin arkadaşlar! İslamcı yazar diye bilinen bir bayan bunu söylüyor. Ve söz konusu başbakan da İslamı bayrak edindiğini pek çok kereler ispat etmiş bir kişidir. Hatta pek çok kişinin önerisi gerçekleşecek olursa, onun yüzü suyu hürmetine Rize, İstanbul ve Siirt birer kutsal şehir olarak ilan edilecek…