Çocukluğumda okuduğum masalların haddi hesabı yok.
Kibritçi Kız'dan tutun da, Rappunsel'e, Gulluver'den, la Fountain'in Masalları'na kadar.
Ancak en korkuncu Kırmızı Başlıklı Kız idi.
Hasta ninesine her gün o tehlikeli ormandan geçerek yiyecek taşırdı.
O yaşlı ninesine evlerinde neden bakmaz da, ormanda bir kulübede yaşatırlardı bilmem.
Çekirdek aile değillerdi demek ki, ondan.
Sanırım o da annem gibi yalnızlığı, tek başına olmayı seviyordu.
O masalda çocukluğumda beni çok korkutan bir kurt vardı.
Kırmızı Başlıklı Kız'ı ninesinin yerine geçip yemek istiyordu.
Dişleri sivri sivri, ağzının kenarlarından bileylenmiş bıçak gibi iki yandan aşağıya sarkıyordu.
Gözleri, elleri de bir o kadar büyüktü.
Aman bir kızardım, bir kızardım o kurda.
Ya hu derdim; Yiyecek o kadar şey varken sen neden Kırmızı Başlıklı Kız'ı yemek istersin ki?
Nedir derdin Kırmızı Başlıklı Kızla? O minicik, ninesine bakan küçük kızı yiyip de napacaksın?
Niye ninesi gibi giyinip, onun yerine geçiyorsun?
Neden onu kandırıyorsun, ayıp değil mi, yakışıyor mu senin gibi kurda?
Ayrıca sende tilki aklı var.
Tilki gibi kurnazlık yapıyorsun.
Çocukluğumda aklımda takılı kaldı bu sorular.
Neden çocuk kitaplarında çocukları psikolojik etkileyecek masallar yazarlar anlamam.
Bir masalda da iki kardeşi üvey anneleri ormana gönderiyordu. Hep bir orman var yani.
Onlar da yollarını kaybetmemek için ellerinde yanlarına aldıkları ekmekleri atarak, onları takip ederek kaybolmadan geri dönüyorlardı.
Ekmek nimettir üç kez öper en yukarı yere bırakırdık bizler. Niye yollara saçıyorsunuz ki?
Dönüşte toplayın bari çocuklar günahtır.
Ekmek ayrıca aslanın ağzında şimdilerde!
Neden bu kadar çocuklara eza, cefâ ederlerdi anlamam çocuk kitaplarında?
Kimi üvey anne elinde, kimi kara kazanlar içinde kaynardı. Hep bir kötülük vardı.
Kibritçi Kız da kibritlerini tek tek yakıp gecenin ayazında donarak ölmüş, melekler onu almış, öbür dünyada üşümeden refah içinde iyi yaşamıştı.
Bu nedir yaa Allah aşkına olacak şey mi, niye karda kışta kibrit sattırıyorsunuz o küçük kıza?
Böyle büyümüş çocuklarız işte. Bir yanımız hep ezik.
'Bak yemeğini yemezsen o masaldaki öcü gelir seni götürür' korkusuyla yerdik hiç sevmediğimiz yemekleri.
Midemiz taş gibi dolardı, mümkün mü hazmetmek.
Erken uyumazsak da yeşil kafalı korkunç görünümlü dev gelir bizi götürürdü o korkunç masalların içine.
Korka korka büzüşür öyle uyurduk zorla.
Her neyse masalları bir kenara bırakalım sadede gelelim.
Oradan şimdiki dönemin stratejik savaşlarına geçersek, kurdun bizi yeme plânlarını alt üst edebiliriz iyi bir strateji üretirsek.
Dün bir program izledim stratejik savaşlarda düşmanını kendini ortaya atarak yok etmiyorsun, içlerinden bir düşman yaratıp (ki hep vardır böyle vatan hainleri) biribirlerine kırdırıyor, kaleyi içten fethediyorsun.
Savaşmadan bir koy iki al mantığı.
Emperyalizmin aklı hep böyle çalışıyor ve işliyor.
Artık insan odaklı savaşlar, yerini planlı programlı tıkır tıkır işleyen stratejilere bırakmış durumda.
Kim düşman, kim dost belli değil bu puslu havada.
Düşman gibi değil müttefik gibi davranıyorsun, olur bakarız, tamam yaparız, başka bir emrin var mı ağabey gibi sarmaş dolaş, kol kola oluyorsun sonra karşısına desteklemiyor gibi yaptığın, alttan alta, gizliden gizliye desteklediğin düşmanı, piyon gibi öne sürüyorsun.
Bu arada mütefikliğimize zeval gelmesin diye sırt sıvazlıyorsun. İyi mantık yani.
Hiç bu kadar anlaşmamıştık diyorsun.
'Gel birlikte mücadele edelim. Ortak stratejiler uygulayalım kontrol sende olsun, ben denetleyeyim' diyerek kandırıyorsun.
Gerçi artık herşey aşikâr oldu da millet nezdinde.
Ahh Atatürk gibi bir deha olsa, nereden ne zarar gelir bilir, hamlesini ona göre yapardı yedi düvele karşı.
Böyle bir deha daha çıkar mı ki?
Savaşlar akılla kazanılan satranç oyununa dönüştü günümüzde.
Öyle şak şuk kılıç sesleri yok savaş meydanlarında.
Tepeden izle, odakla, artı içerisine al, kenefte bile olsa parmağını bas, tak diye sivrisinek gibi yapıştır duvara.
Şimdiki savaşlar göğüs göğüse çarpışarak mertçe yapılmıyor.
Tipik bir satranç.
Hamle yapmadan önce bekle aklını kullan, iyi düşün bir kerede karar ver ve uygula.
Kaleyi yedirme.
Aman deyim şah mat olmayalım sakin ha.
Piyonları taşeronları öne sür önce, rakibini güler yüzle mat et. Sinirlerini rahatlığınla, kendine güveninle bir boz.
Eline beyzbol sopası alma.
Subliminal mesaj verme.
Biz de saf saf 'aaaa bu bizim dostumuz, bundan bize zarar gelmez diyelim.
Her isteğini yerine getirelim değil mi ama.
Taktik savaşları eline taşı almadan tereyağından kıl çeker gibi oldu artık.
Oyunu dağıtmadan satranca devam en iyisi mi.
Buradan yine çocukluğuma kırmızı başlıklı kıza dönersek, kurda karşı kuzu postunda görünüp düşmanı üstüne çekip, bir hamlede kurdu yere serecek stratejiler geçiyor aklımdan.
Vaay bee bana bakın hele.
Maksat Kırmızı Başlıklı Kız'ı nasıl kurtarırım diyorum da şimdiki aklımla, dişlerini bileylemiş, gözlerini bellok bellok (*) açan, onu yemek için bekleyen kurttan.
Nineyi mi feda etsem napsam.
Yok o da olmaz bana yakışmaz. Başımızın üstünde yeri var büyüklerimizin.
En iyisi kırmızı başlıklı kızı değiştirip günümüze uygun hale getirelim kendisini bir güzel korusun.
Nükleer başlıklı kız yapalım.
Onu biraz bu saflıktan kurtaralım.
Yoksa kurda kuşa yem olacak.
Öyle ormandan lay laay loom diyerek, elinde yemek sepetiyle korkusuzca geçmesin.
Sağını solunu düşmanlar sarmış.
Şimdi Dronlar var.
Tepeden görsün ninesinin evini.
Öyle yatağın içinde nine taklidi yaparak kırmızı başlıklı kızımızı yemesin koca ihtiyar kurt.
O işler artık öyle kolay değil.
Hem kurdun dişleri de o kadar kuvvetli sivri değil.
Kendi oyununa kendi gelir zaten. Alt ederiz yani.
Öylee beklesin dursun puslu havayı.
En iyi strateji kendi oyununa getirmek sanırım.
Biz kırmızı başlıklı kızımızı yedirir miyiz?
Onu korumak çocukluğumu korumak kadar önemli.
Şimdiki çocuklar masal dinlemek istemiyor biliyorum.
Ama bilsinler ki masal da hep iyi ler kazanır.
Gerisi hikaye.
Hadi şimdi rahat uyuyun çocuklar.
Yarınlar sizin...
(*) Erzurum dolaylarında 'bellok bellok' kullanılan deyim, 'gözlerini koca koca açmak' anlamında kullanılır.