O da bir şey mi?.. Mersin festivalinden anılar-2

Hülya SEZGİN

USSD (Uluslararası Sanatkarlar ve Sanatçılar Derneği)mizin "1.Ressamlar Buluşması" Mersin resim festivalinden anılarım sürüyor...
Bu gün Kanlıdivane'ye gidilecek. Obruğun etrafındaki ana yerleşim yerinde kesme taştan yapılmış bazilikalar, caddeler, kaya mezarları, sarnıçlar ile çanakçı olarak anılan çöküntü alanda ise soylulara ait birçok kaya mezarı ve lahit yer almakta. Eskiden Roma döneminde cezalandırmak için suçluları bu dibi görünmeyen uçurum gibi kuyulara atarlarmış ve aslanlar parçalarmış. Akustiği çok iyi olduğu için günümüzde konserlere de ev sahipliği yapmakta imiş Kanlıdivane. Harika bir yer. Tarihle içiçe resimler yaptık. İşte bu çalıştaylarda en sevdiğim anlardan... çünkü normal zamanda turist gibi gezer, bilgiler alır ayrılırız böyle yerlerden. Ama biz orada resim yapıyor ve tarihi yaşıyoruz... Kim bilir binlerce yıl önce kimler geldi... kimler geçti buralardan. Ne zalimler... ne mazlumlar... Ama kimselere kalmamış işte... bize de kalmayacak. Ancak tanıtım levhalarında zalimlerin mazlumlara yaptığı eziyet yazılı kalmış ve işte biz onları öyle anıyoruz...
Bir ağacın altında sandeviç ve ayrandan oluşan azığımızı yedik. Üstüne de karpuz kestik...

Dinlenirken Rus Nadya'dan onların kültüründe olan ve uğur, bereket getirip kötülüklerden koruduğuna inanılan mini bez bebek yapımını öğrendim. Kısmet olurda kız torunum olursa ileride ona kansorejen plastik oyuncaklar almak yerine böyle doğal, kendi emeğim olan bebeklerden yapacağım.

Bu akşam ise başka bir kutlama var. Nevai'nin ikinci erkek torunu oldu. Adını Nevai koyacaklarmış. Geçen yıl olan toruna ise Metin adını koymuşlardı... “Seni gibi megaloman Nevai... Üçüncü oğlan olursa ona ne ad koyacaksınız” diye ona mahsuscuktan kızdım... söylendim... şakalaşdık...

Benim kankam Rusya-Ural'dan Svetlena'ın damadına her yanından geçişte bağırıyorum “Damaaat... daaamaaaat...” Delikanlı sempatik biri olduğu halde her seslenişimde bana şaşkın şaşkın, bir tuhaf bakıyor... Anlam veremiyorum... gerçeği üç gün sonra ancak anladım ki onlarda domatese “damat” diyorlarmış... ben delikanlıya “Damaaat... damaaat...” dedikçe çocuk domat diyorum diye anlayıp ondan tuhaf bakarmış meğer!.. Biraz geç de olsa anlaştık... Sonra gene bağırdım “damaaat” diye ama bu kez hep birikte gülüştük...

Dönüşte Sarnıç denilen mesirede ulu bir çınar altında meşhur halka tatlısı ve Maraş dövme dondurma yedik... Kilo mu?.. Amaaan... Uygulamam her zaman aynı... bu yiyecekleri bir daha bulamam... şimdi yer, sonra İzmir'de biraz boğazımı tutuveririm... Yaşasın yemek yemek... Yemek mutluluktur.... ama ayarını bilince...

Olga kimi arkadaşlara Mersin'de sergi açmak istiyor. Mersin ticaret odasının sergi salonunu uygun görmüş. Daha önce onlar adına başvurmuş ve salonu da görsünler diye oraya gittik. Masada galeri yöneticisi bilgisayar başında oturuyor. Olga en şirin halini takınarak “Size yabancı sanatçı getirdim sergi için, fena mı ettim?...” demesi ile hanım küçük dağları değil bütün dağları ben yarattım edası ile oturduğu yerden gözlerini belerterek “Ne demek istediniz anlayamadım Olga hanım. Bize dünyanın her yerinden başvuruyorlar. Bizim ihtiyacımız yok!” demez mi? Şoke olmuştuk. Biz alttan almaya çalıştıkça o yükünü yukarı yığdı. Bir süre daha polemik şeklinde sürdü konu. Bir kere dokuz-on kişi yabancı konuk gelmiş. Hanım oturduğu yerden kalkıp bir hoş geldiniz bile demediği gibi şakaya da sert bir yanıt veriyor... Bir dönem yaptığım galeri yöneticiliğinden biliyorum. Pek çok insanımız içerideki sergiyi merak ettiği halde ücretli sandığı için gezmiyordu. Bu durumda bu konumda oturan kişilere kendini beğenmişlik yerine idealist bir biçimde sanatı sevdirici yakın davranışlar yakışmaz mı? Üzüldüm... konuklarımızdan utandım. Çünkü beden dilinden hoş olmayan bir şeyler yaşandığını anlamışlardı...

Öğleden sonra yaptığı kendine özgü ip resimleri ile ülkemizi yurt dışında da pek çok kereler başarı ile temsil etmiş ünlü ressamımız Ahmet Yeşil'i ziyarete gittik. O harika resimlerini hayranlıkla izledik. Esprili hoş sohbet ettik. Ben bundan beş yıl önce  kendisi ile tanışmış bir de röportaj yapmıştım. Atölyenin bütün odaları resim dolu... dile getirdiğimizde “Eee kolay değil... yirmi yılın birikimi” dedi Olga. Muzip Levan espriyi patlattı “Nevai onu iki ayda yapardı!”
Levan Slagedze harika espriler yapan ve bunu komik mimikleri ile bütünleştiren biri. Artık öyle bir hale geldim ki Levan konuşurken hiç Rusça bilmediğim halde ve daha bana tercüme edilmeden sözü bittiğinde diğerleri ile birlikte ben de kahkahalarla güler oldum. Gürcistan Tiflis Güzel sanatlar akademisinde resim bölümü başkanı bir profesör o. Eşi Lela da öyle. Ama o kadar mütevazılar ki!.. Bizdeki kimi burnundan kıl aldırmayanlar aklıma geldikçe!.. Ooof... ki of!..
 ***
Bu gün ise bolluk bereket peygamberi olan Danyal peygamberin mezar kalıntılarını ve   hâlâ kullalınabilinen camiyi gezeceğiz. Kendisine kitap indirilmeyen Hazreti Danyal, M.Ö 606'da çocuk olduğu halde esir edilerek İsrailoğulları ile beraber Babil'e gönderilmiş.

II. Babil Kralı Nebukadnesar (M.Ö 605-562) zamanında yaşadığı belirtilen Hz. Danyal'dan, ''Yahudileri, Babil esaretinden ilmi ve kehanetleriyle kurtarmış peygamber'' olarak sözediliyor.

Rivayete göre, Nebukadnesar rüyasında İsmailoğullarından gelecek bir erkek çocuğun kendi tahtını sarsacağını öğrenmiş ve İsmailoğullarından doğan erkek çocukların öldürülmesini emretmiş. Hz. Danyal doğunca, ailesi onu dağ başında bir mağaraya bırakmış. Mağarada bir erkek ve bir dişi aslan himayesinde büyüyen Danyal, delikanlı olunca kavmi arasına karışmış. Bir kıtlık yılında davet edilen Danyal Peygamber'in Tarsus'a gelmesiyle bolluk bereket gelmiş. Öyle ki Tarsus Anadolu'nun tahıl ambarı olmuş, ölünce de Tarsus'ta şimdiki Makam Camisi'nin bulunduğu yere gömülmüş.

Hz. Ömer devrinde Tarsus fethedildiği zaman Danyal Peygamber'in mezarını açmışlar. Burada büyük bir lahit içerisinde altın iplikle dokunmuş kumaşa sarılı gayet uzun boylu bir ceset bulunmuş. Başından geçen maceraların sembolü olarak iki aslan tarafından yalanan genç bir çocuk figürünün bulunduğu bir yüzüğe rastlandığı için ona ait olduğu anlaşılmış. Bunun üzerine Hz. Ömer'in, Danyal Peygamber'in cesedinin Yahudiler tarafından çalınmasını önlemek için daha derine defnettirdiği rivayet ediliyormuş.

Son gün tantuni yedik acılı şalgam eşliğinde... O ne muhteşem lezzetti öyle... Elbet aslının yerini tutmaz ama İzmir'e dönünce eşime ve çocuklarıma yapacağım...

25X35 cm.lik tuvallere resimler yaptık. Sonra kura çektik. Birbirimize hediye ettik. Belediyeye hediye edilmek üzere hepimiz üçer resim yapmıştık. Son gün sergi belediyenin kongre salonunda belediye başkanı Burhanettin Kocamaz  bey tarafından kalabalık bir izleyici ve medya grubu eşliğinde verilen koktely ile açıldı. Hepimizin adı okunarak sahnede plaketlerimiz verildi. Röportajlar yapıldı... Kokteyl bitti... izleyiciler yavaş yavaş dağılmaya başladı. Biz de ayrılmak üzere toparlanıyoruz. Kokteyl masalarından birinin üzerinde bir gözlük. “Allah!” dedim... “Bu kesin Nevai'nindir” Seslendim “Nevai bu gözlük senin mi?” “Abla kenarı kırıksa benimdir...” Evet kenarı kırıktı... Kaybettiğinin bile farkında değil. O kadar herşeyini kaybetmeye, bir yerlerde bırakmaya alışkın ki!.. Ona doğal gelirken çevresinde onu seven biz arkadaşları arkasından ne unuttu diye şartlanmış bir şekilde sürekli kolaçan ediyoruz. Geçen yıl Trabzon'da havalimanında pasaportunu unutmuş... gerisini siz anlayın artık... gözlük ne ki!..  
Akşam beni bir sürpriz bekliyordu. Uzun zamandır görmediğim Senem teyzemin oğlu Cengiz Altınok iş için Mersin'e gelmiş ve ablasını görmek istemiş. Sevindim. Sohbet ettik, hasret giderdik...
                                         
Bir sanat birlikteliğimiz daha sona ermişti. Mutlu, heybemiz güzel anılarla dolu, yeniden başka bir yerde buluşmak üzere vedalaştık...

Sanata ve sanatçıya destek veren Mersin Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz'a, Bld. kültür müdürü İsmail Aydın beye, kaptan şoförümüz Ali Doğan'a organizasyonda emeği geçen dernek genel başkanı sevgili Olga Eren nezdinde herkese teşekkür ederim...
Bitti.

Hülya Sezgin/ hulyasezgin@hotmail.com