Osmanlı’nın son dönem Maarif Bakanlarından Emrullah Efendi’nin şakasını nerdeyse gerçek kılacağız. Okullar açılsın mı, açılmasın mı derken galiba bir dönem daha yiyeceğiz; ya ikinci dönem ne olacak: üçüncü okeye mi döneceğiz?
Uzaktan Eğitim mi olurmuş?! Olsa olsa az buçuk öğretim.. Onu da dostlar yada DSÖ alışverişte görsün.
Alış-veriş deyince aklıma geldi; bir AVM bin anaokulu yerine geçer. Üstüne koy ilk-orta-lise; hemi meslek, hemi Anadolu..
Camileri ibadete beklettik; Ayasofya’yı ibadete açtık, bu defa da ibadethane dışında namaz kılanları maske ve mesafesizliğe terkettik. Hâlen camide 1 – 1,5 metre aralığına riayet; cafede dirsek temas aralığında muhabbet..
‘Okullar açılmasın’mış, ‘bulaş’ yayılırmış; Allah’tan ‘Pazar’lar kapalı, Allah’tan ‘toplu taşıma’da boş koltuklara oturmuyoruz, Allah’tan ‘tatil’ olayı diye bir şey kalmadı.
Tatil olmadan idare edemiyoruz ama okullar olmadan ne güzel idare edebiliyoruz; şaka gibi.. İstanbul’u betona göm, inşaatçılığı “milletin yuvasını yapıyorlar” diye aziz ilân eyle, şehrin nüfusu 16 milyona varsın; sonra da “otobüste ayakta kimse kalmasın”. Şaka şaka!
Asıl şakayı Kanal İstanbul’la göreceksiniz sayın seyirciler; oralarda da 4-5 milyonluk bir nüfus istihdam edebilirsek İstanbul’da yaşamak “dadından yinmez”. Kızılderili Reisi (Şef Seattle) anlamamış; biz Türkler asfaltı ezeriz, betonu da yeriz.
Düğünler-dernekler, mitingler-açılışlar, seller-yangınlar… Asker eğlenceleri, ‘doğum gün’leri, ıstaka-iskambil partileri; gezmeler-tozmalar, mangallar… Okullara (Özel Okullar çoktan açıldı) sıra gelince de Pandemi, Bilim Kurulu, Dünya Sağlık Örgütü ve saire ve sair..
Geçen dönem Uzaktan Öğretim için altyapı yetersiz kalmıştı. Sonra takviye edildi de günübirlik EBA’dan ders işlenimine geçebildik. Tabi, Türkiye’de kelle başına 9 bin dolar Millî Gelir sözkonusu ya herkesin evinde bilgisayar, tablet, akıllı telefon; ne ararsan var. İnternet hizmeti hem sudan ucuz hem de erişim limitsiz ve fiber optik olduğu için fevkalâdenin fevkinde..
Bakalım Bakanlık 5 bin EBA Destek Noktası kurunca sıkıntılar hâllolacak mı? Sakarya ve Polatlı’daki hadiseler memleketimizde ‘mevsimlik iş göçü’ diye bir olgu olduğunu hatırlattı; onlara, onların çocuklarına nasıl ve ne şekilde ulaşılacak?
Artan işsizlik, artan hayat pahalılığı; artan altın-döviz, artmayan asgarî ücret, artmayan maaşlar.. Artan geçim sıkıntısına dayalı artan aile içi çatışma ve şiddet.. Artan göz boyamaya karşı azalan gözlerimizin feri ve gitgide borsada değer yitiren yaşama arzumuz..
Bizi eşitleyen bir şeydi eğitim, siyah (önlük) – beyaz (yaka) günlerimizde; özel okulların katıldığı bir cenaze töreniyle eğitimde fırsat eşitliğini verdik toprağa. Köy Okullarını ve Köyleri boşalttık, şimdi Büyükşehir’lerde maske, mesafe, hijyen diyoruz; ole, ole, ole!
Yüzyüze eğitimden bile kaçıyoruz, belki de sorunlarla yüzleşmekten.. Birbirimize ‘uzak’ kalsak ne yazar; biz ki kendimize dahi ırağız, yavan ve yabanız.
Ne diyor duygu doktorumuz, mutasavvıfımız Müslüm Baba:
Uzun uzun gemilere bindiler
Uzak uzak diyarlara gittiler
Ne söyledi nede veda ettiler
Böylesi bir ayrılık hiç olmadı
Baktı baktı felek bile ağladı