"Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener Hanımefendi ve Partimizin diğer yetkili ve temsilcileri uzun bir süredir sistemli saldırıların hedefi halindedir. İktidarı yol yakınken toplumda ağır endişelere neden olan korkutma ve sindirme siyasetini terk etmeye davet ediyorum.
Tutulan yol, yol değildir! İktidar ve başı pervasız saldırı siyasetlerine Türk halkının gözbebeği devlet kurumlarını alet etmeyi de bırakmalıdır. Devlet ve kurumları, millete aittir; bir şahsın ve partisinin mülkü değildir!
AKP’nin 19 yıllık iktidarında devlette yarattığı tahribatın ve kurumların parti uzantısı haline getirilmesinin sebep olduğu devlet buhranının her gün yeni ve ağır sonuçlarıyla karşılaşmaya devam ediyoruz.
Kuruluş amaçlarına uygun performans ortaya koymak bir yana, rutin görevlerini dahi yerine getiremez duruma düşmüş devlet kurumları, ülkenin ve halkın sorunlarını çözecek yerde bizzat kendileri birer sorun kaynağı haline gelmişlerdir. En vahimi olarak, özellikle iç güvenlik teşkilatı ile Adli mekanizmanın içine düştüğü karmaşa, ülkenin ve demokratik rejimin geleceği açısından endişe verici boyutlara ulaşmıştır.
Halkın ve tek tek vatandaşların hak ve hürriyetleri ile can ve mal güvenliğini koruması gereken söz konusu kurumlar, maalesef tam tersine eleştirel kimlikli insanlarımızın, muhalefetin ve bilhassa Partimizin varlık ve güvenliğini tehdit eden bir tutumun paydaşları konumundadırlar.
Türkiye’nin, 1946’da tek parti rejimi altında demokrasiye geçiş sürecinde, Demokrat Parti kurulduktan sonra muhalefetin siyaset yapma özgürlüğüne, devlet kurumlarının da kullanılmasıyla dayatılan kısıtlamalar yaşadığı herkesin malumudur.
Tek parti dönemindeki baskı ve kısıtlamalar, nihayet büyük mağduriyete maruz bırakılan Demokrat Partinin 7 Ocak 1947 tarihli Hürriyet Misakı kararı ardından dönemin Cumhurbaşkanının kendisini ve tüm devlet kurumlarını tarafsız konuma çeken 12 Temmuz 1947 beyannamesiyle aşılmış, böylece özgürlük ortamı tesis edilerek çok partili hayata geçilebilmiştir.
Türkiye bugün, maalesef, 1947 yılında aştığı baskı ortamından çok daha ileri, tek parti ve tek adam yıldırma siyasetinin, devlet teşkilatı da kullanılarak uygulandığı bir dönem geçirmektedir. O dönemin Demokrat Partisinin gerçek varisi ve devamcısı olan İYİ Parti, kuruluşundan bu yana, Türkiye’nin sözde ileri demokrasiye geçtiği iddia edilen bir döneminde çok daha ağır baskılara uğramaktadır.
Muhalefetin varlık ve siyasi faaliyetine karşı, tek parti döneminde dahi başlangıçta takınılan hakkaniyetsiz tutum terk edilip siyasi arena özgürleştirilmişken, 2020’lerin Türkiye’sinde iktidar ilkel otoriter uygulamalara saparak baskı siyasetinde gemi azıya almıştır. Bu kapsamda, Partimize yönelik iktidar ve devlet aygıtları odaklı baskı ve saldırılar her geçen gün artmaktadır. Ana muhalefet partisi liderinin organize bir linç girişiminden zorlukla kurtarıldığı ülkemizde bu defa Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener Hanımefendi ve Partimizin diğer yetkili ve temsilcileri uzun bir süredir sistemli saldırıların hedefi halindedir.
Sayın Genel Başkanımızın 20 Mayıs’ta Rize ziyareti sırasında vuku bulan çirkin saldırı karşısında, bilindiği gibi, AKP’li Cumhurbaşkanı “Bunlar daha iyi günleriniz. Daha neler olacak göreceksiniz!” şeklindeki beyanıyla saldırıyı adeta şükranla karşılamış ve kendi parti teşkilatına ve parti uzantısı haline gelmiş bulunan devlet organlarına yeni saldırılar konusunda tecviz ve teşvikte bulunmuştur.
Nitekim, en yukarıdan talimatlandırılıp organize edilen saldırılar, Genel Başkanımızın Çankırı, Sivas ve son olarak Bayburt gibi merkezlerdeki halk ziyaretleri sırasında da Emniyet güçlerinin gözetimi altında devam etmiştir. Olay mahallerindeki vatandaşlarımızın sağduyulu tutumlarının her bakımdan organize ve planlı saldırıları boşa çıkarmış olması sevindirici olmakla birlikte yaşananlar, siyasi hak ve özgürlüklerin kullanımı ve Genel Başkanımızın can güvenliği konusundaki endişeleri artırmıştır. Arada eleştirel kalem sahibi pek çok basın mensubuna yönelik örgütlü saldırıların ve yürütülen soruşturmaların layüselliğinin, nihayet Mecliste temsil edilen Partimizin Sayın Genel Başkanına ve yetkililerine yöneldiği ortadadır.
Son olarak, hangi nedene dayandığı anlaşılmaz bir kararla korumaları çekilerek adeta hedef haline getirilen İstanbul İl Başkanımız Sayın Buğra Kavuncu’ya yönelik fiziki saldırı, tek adam iktidarının korkutma ve sindirme siyasetinin yeni bir merhalesi olmuştur. Mecliste temsil edilen bir partinin hele İstanbul İl Başkanı gibi önemli bir yetkilisinin korumasız bırakılması, planlı bir saldırıya maruz kalması, saldırı hakkında yeterli bir soruşturma yürütülmeyip olayın tekilleştirilmeye yani münferitleştirilmeye çalışılması, iktidarın apaçık kastının işaretleridir.
Hızla düşüşte olduğunu gören iktidar, 15 Temmuz hain darbe girişimini de bahane olarak kullanmak suretiyle, son dört-beş yıldır yoğun ve yaygın korkutma ve sindirme siyasetleri uygulamaya yönelmiştir. Bir yandan Anayasanın teminatı altındaki halkın haber alma hakkını, basın, düşünce ve ifade özgürlüklerini kısıtlayıcı her türlü yol ve yöntem kullanılırken, diğer yandan eleştirilerin ve muhalefetin susturulması amacıyla, şiddete de başvurulan muhtelif saldırılar organize edilmektedir.
Normalde bir demokrasi, iktidar ve devlet kurumlarının muhalefetin varlık ve siyaset özgürlüğünü korumaları esasına dayanır. Zira demokrasi, özgür ortamda, özgürlük içinde bir iktidar değişimi sistemidir. Halbuki Türkiye’de eleştiri sahibi her kişi ve kurum, bu arada muhalefet ve Partimiz de iktidarın ve başının sürekli yıldırıcı tehdit ve uygulamalarına maruzdur.
Bugün artık, iktidar partisi ve başının kastıyla bir yandan kullanılan ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı dil, diğer yandan başvurulan her türlü korkutma ve sindirme siyaseti uygulamaları toplumsal huzur ve barış ortamına yönelik büyük bir tehdit haline gelmiştir. Örgütlü, planlı saldırılar hakkında açılan soruşturmalar dar tutulmakta, suçlular cezasız bırakılmaktadır. Bununla birlikte, her şey milletimizin gözü önünde cereyan etmektedir.
Bu vesileyle, Emniyet teşkilatımızdaki bir başka sıkıntılı duruma da işaret etmek isterim; Özellikle 15 Temmuz sonrası tasfiyeler nedeniyle gençleştirilen ve personel mevcudu artan Teşkilatın hem bir dağınıklık hem de bir hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim eksikliğiyle malul olduğu gözlenmektedir. Mesela Emniyetin özellikle genç personellerinin görev çerçevelerini oluşturan mevzuat konusunda yetersiz kaldıkları pek çok olayda açığa çıkmaktadır.
Netice olarak; iktidarı yol yakınken toplumda ağır endişelere neden olan korkutma, yıldırma ve sindirme siyasetini ivedilikle terk etmeye davet ediyorum. Tutulan yol, yol değildir; sonucu sadece kendileri için değil tüm toplum açısından büyük acılara yol açabilecek tehlikeli bir yoldur.
İktidar şunu iyi bilmelidir; millet tehditlerinizden bıkmıştır, korku duvarı artık aşılmıştır. Baskıyla, yıldırmayla sonuç alabilmeniz bugünden gayrı mümkün değildir. Unutulmasın ki, etki tepkiyi doğurduğunda iş işten geçmiş olur. Siyasetin olağan mecrasında akarak çıkaracağı sonuçlara şimdiden razı olunmalıdır. Baskının ecele faydası yoktur, olmayacaktır!
İKTİDAR, DEVLET KURUMLARINI SALDIRI SİYASETLERİNE
ALET ETMEYİ BIRAKMALIDIR
Ayrıca şu husus da iyi bilinsin ki, İYİ Parti sahipsiz değildir. İYİ Parti her kesimden insanın takdir ve beğenisini kazanmış cesur, dürüst ve mert lideriyle, her türlü engellemeye rağmen seçmen desteğini arkasına almıştır. İYİ Parti'nin sahibi milletimizdir. İktidar ve başı milletin devletini milletin partisine yönelik saldırılara payanda yapmaya çalışmaktan derhal vazgeçmelidir. İktidar ve başı, bu meyanda, pervasız saldırı siyasetlerine Türk halkının gözbebeği devlet kurumlarını alet etmeyi de bırakmalıdırlar.
Devlet ve kurumları, millete aittir; bir şahsın ve partisinin mülkü değildir! Türk milleti ve Türk devleti kendisinden büyüktür; Türk devleti; Türk milletine aittir, “şahsım” devleti değildir! Emniyet Teşkilatı ve kovuşturma-soruşturma makamları, bu gerçeğin idrakinde olarak, kitapta yazılı görevlerini bihakkın yerine getirme gayretinde olmalı, siyasetin tasallutundan uzak durmaya çalışmalıdırlar. Aksi takdirde varılacak karanlık menzilde tüm ülke boğulacaktır.
Son olarak, Sayın Genel Başkanımıza ve İstanbul İl Başkanımız Sayın Burhan Kavuncu’ya ve diğer parti mensuplarına yönelik son saldırıları bir kez daha şiddetle kınıyor; saldırganları, onları örgütleyip yönlendirenleri ve kollayanları lanetliyorum."