OKYANUSYA

Fazlı KÖKSAL

Yüzlerce roman okudum. Bazılarını, hiç elimden bırakmadan zevkle, bazılarını sıkılarak. Bazı romanları da defalarca elime almama rağmen,  sonuna kadar okumayı beceremedim. Çok etkilendiğim bazı romanları ise defalarca okudum. Her okuyuşumda ayrı bir lezzet alarak... Tolstoy’un “Savaş ve Barış”, Peyami Safa’nın “Yalnızız”, Kemal Tahir’in “Devlet Ana”, Tarık Buğra’nın “Küçük Ağa”,  Knut Hamsun’ın “Dünya Nimeti”, Atsız’ın “Ruh Adam” , Cengiz Dağcı’nın “Korkunç Yıllar”, Dostyovoski’nin “Suç ve Ceza”, Hemingway’ın “Çanlar Kimin İçin Çalıyor, Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar”, Cengiz Aytmatov’un “Toprak Ana” ve George Orwell’in “1984” ilk aklıma gelenler…

 
Bunlar içerisinde beni en fazla etkileyenlerin başında George Orwell’in “1984” ü gelir. 1984’ü ilk kez 1970’li yıllarda  okudum.   Okudum ve şok oldum… Kitap bitti ertesi gün yeniden okumaya başladım. Sonuçta aynı etki; “teknolojideki gelişme hayatı bu kadar çekilmez hale getirebilir mi?” sorusuna cevap verememenin endişesi… Daha sonra da defalarca okudum 1984’ü…
 
Son zamanlarda, telefon dinlemeleri, insanların izlenmesi, kameralar, kasetler vb. gündemden hiç düşmeyince yeniden okudum 1984’ü…
 
George Orwell, 1949 yılında kaleme aldığı “1984”de; yaşam alanlarının her köşesinde yerleştirilmiş kameralar bulunan, insanların her hareketinin, sarfettiği her sözün resmî makamlarca izlenip, arşivlendiği bir ülkeyi anlatır. “Büyük Birader”in yönetimindeki bu ülkenin adı “Okyanusya”dır.  
 
Okyanusya’nın en güçlü örgütü “Düşünce Polisi”dir. Büyük biradere karşı hiçbir eylemin yapılmadığı, hiçbir düşüncenin ifade edilemediği ülkede, Düşünce Polisi bütün yurttaşların hayatı yakından denetlemekte, kafasında şüpheli düşünceler geçenler  belirlenerek, yok edilmektedir. Yok edilen insanların geçmişleri de devlet arşivlerinden silinmekte, bunlar artık yaşamamış kabul edilmektedir.
 
“Goldsteincı”lar rejimin düşmanıdır. Büyük Birader’e göre Goldsteincılar, ülkedeki her  kötülükten sorumludur. Rejimin en önemli hedefi “Goldsteincılığın kesin ve tümden yok edilmesidir”... Ama gerçekten böyle bir örgüt var mıdır? O’nu kimse bilmez…
 
Winston Smith, Doğruluk Bakanlığı’nda (Bazı tercümelerde Gerçek Bakanlığı) çalışan bir memurdur. Görevi ,özel bir borudan, ona gelen notları eski verilerin ve bilgilerin yerine yazmaktır. Bir başka ifadeyle  tarihi değiştirmekle görevlidir. İşinden memnun, işini iyi yapan biridir. Ama bir gün,  antika eşyalar satan bir dükkandan, bir defter ve mürekkepli kalem almasıyla herşey değişir. Bu defteri günlük yapmaya karar verir. Tele Ekran’dan görülmeyecek şekilde saklandıktan sonra günlüğünü yazmaya başlar ve yazdıkça düşünmeye başlar. "Büyük Birader" diye biri olmadığını, devleti yönetenlerin tarihle oynadıklarını, insanların kandırıldığını yazar hatıra defterine. Artık o düşüncelerini yazmaya, kendi kendine de olsa söylemeye cesaret edebilen bir düşünce suçlusudur. Bu düşüncelerini doğrulayacak kanıt, kendisine inanacak insanlar aramaya başlar.
 
"Doğruluk Bakanlığı"nda çalışan "Anti-Sex" adlı örgütün üyesi olan Julia ve devletin önemli adamlarından olan O'Brien'in da kendisiyle aynı düşünceleri paylaştıkları kanaatine varır. Onlarla ilişkilerini güçlendirir. Julia ile birlikte "Düşünce Polisi”nin olmadığını sandıkları gizli yerlerde buluşurlar, sohbet ederler ve  sevişirler.  Bu buluşmalarında hatırladıkları geçmişlerini  paylaşır, paylaştıkça da mutlu olurlar.  
 
Amirleri durumundaki O'Brien, onları iş görüşmesi yapmak üzere evine davet eder.  O'Brien, Winston ve Julia'ya yemin ettirerek bir kaç gün içinde onlara bir kitap ulaştıracağını bu kitabı okuduklarında merak ettikleri şeylerin cevabına ulaşacaklarını söyler.
 
Winston kendindeki bu değişimi, iş arkadaşları ve komşularından saklamak, kitabı okumak ve Julia ile daha rahat birlikte olabilmek için, günlüğünü aldığı dükkanın üst katını kiralar. Burası, Büyük Birader'in çalışanlarına verdiği dairelerden çok farklıdır. Eski tarzda döşenmiştir ve odada "Tele Ekran" yoktur! Julia, bu gizli mekana elinde gerçek çikolata, gerçek ekmek ve sadece sokak kadınlarının kullandığı adi bir kaç makyaj malzemesi ile gelir. Bunlar ikisinin de sadece adlarının duydukları ama gerçeklerini görmedikleri şeylerdir. Çünkü onların yaşadığı zaman diliminde, herşey yapaydır. Bu gizli kiralık odada kitabı okuyarak, devletin yapısını anlamaya başlarlar.
 
Kitaba göre; Televizyonun yapımı ve aynı aygıtın, hem alıcı hem verici olarak kullanılmasını sağlayan teknik gelişmeler, özel hayata son verdi. Her yurttaşın, sürekli bir resmi propaganda bombardımanı altında tutulabilmesi sağlandı. Böylece tarihte ilk kez, tüm yurttaşların devletin isteklerine boyun eğmesi ve her konuda düşünce birliğinin oluşması sağlandı. İktidar, ancak karşıtların uzlaştırılması yoluyla sonsuza dek elde tutulabilir. Eğer eşitsizlik sürdürülecekse -yani yüksek grup yerini koruyacaksa- zihinsel koşullar, denetlenmelidir. Kimse yönetime onu bırakmak için geçmez. İktidar araç değil, amaçtır. Kimse devrime bekçilik etmek için diktatörlük kurmaz; devrim diktatörlüğü kurmak için yapılır. Baskı kurmanın amacı, baskı kurmaktır. İşkencenin amacı işkencedir. İktidarın amacı, iktidardır.
 
Julia ve Winston, dışardan gelen seslerle uyanırlar. Düşünce polisi onları bulmuş, teslim olmalarını istemektedir. Teslim olmadan önce birbirlerinden asla vazgeçmeyeceklerine söz verirler ve düşünce polisi içeri girer. Düşünce polisi aslında, odayı kiraladıkları, günlüğü satan antikacıdır! Ayrıca bulundukları odada da "tele ekran" olduğunu ve her hareketlerinin izlendiğini anlarlar.
 
Tutuklanınca, Sevgi bakanlığına götürülürler. Sevgi Bakanlığı hiç penceresi olmayan, yerin bilmem kaç kaç altına inen korkunç bir yapıdır. Orada Winston'a çeşitli işkenceler yapılır böylece devlet hakkında düşündüğü ve okuduğu tüm bilgileri bir tarafa bırakarak, devlete yani partiye koşulsuz itaat etmesi sağlanır. Düşünceleri kontrol altına alınır. 
 
Beyin yıkama işlemi bitip Sevgi Bakanlığından ayrıldıktan sonra çok rahat koşullar altında, hiç izlenmeden yaşamaya başlar. Ve her geçen gün, Parti ve Büyük Birader'e olan bağlılıkları artırarak yaşamaya devam eder.
 
George Orwell'in 1984 isimli romanı Anti-ütopyaya örnek olarak gösterilen bir eserdir. 1949 yılında yayınlanan bu eserde George Orwell, yaşadığı dönemden 39 yıl sonrasını tahayyül etmiş ve nasıl bir dünyada, ne şekilde yaşanacağına dâir fikirlerini bir öngörü olarak eserine yansıtmıştır. romana yazıldığı zaman açısından baktığımızda bu romanı bir kehanet kitabı olarak da değerlendirmemiz mümkün. 50-60 yıllık yanılmayla da olsa tahminleri doğru çıkmaya aday bir kehanet kitabı..
 
1984 yılında benzer olayları yaşamadık, duymadık…  Ancak, bugün romandaki olaylar çok yabancımız değil. Dinlenen telefonlar, izlenen insanlar, kontrol edilen e-postalar, herkesi fişleyen sosyal ağlar, en mahrem anları kayda alınan siyasetçiler…
 
Romanı yeniden okuyup bitirince; Okyanusya’nın, Büyük Birader’in, Goldsteincılar’ın, Doğruluk Bakanlığı’nın, Sevgi Bakanlığı’nın, Düşünce Polisi’nin, Antikacı’nın yerine somut isimler koyarak, günümüze adapte ettiğimde, bir kez daha dehşete kapıldım.  
 
Romandaki “Düşünce Polisi”nin insanları kontrol için kullandığı gözetleme mekanizması, kitabın yazıldığı yıllarda hayal ürünü olmaktan öteye gitmese de, günümüzün teknolojik imkanları, Orwell’in tasavvur edebildiklerinin de çok çok ötesinde… Büyük Birader’in düşünce yapısındaki insanların , “1984”de öngörülen yapıdan çok daha vahim bir devlet yapısı oluşturabileceklerini düşündüm. İrkildim.
 
Sağlıklı bir demokrasinin; gerçek hukuk devletinin; özerk ve milli bir iletişim-telekomünikasyon yapısının; kuvvetler ayrılığının; herhangi bir güç tarafından kontrol edilmeyen medyanın; insanın özeline ait dokunulmaz, kontrol edilemez, tecavüzden muaf alanların önemini bir kez daha kavradım… 
 
Bugün şu soruyu sormamız gereken noktadayız diye düşünüyorum: Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devleti mi olacaktır? Yoksa her hareketin planlandığı, kontrol edildiği, gözetlendiği, Orwell’in “1984”te tasvir ettiği “Büyük Birader”in totaliter devleti “Okyanusya” mı?
 
http://fazlikoksal.blogspot.com
twitter: @fzlkksl
koksal.fazli@gmail.com