Kızdığında, sinirlendiğinde cinsellik üzerinden küfreden bir toplumda yaşıyoruz…
Bastırılmış duygular, küfürlerde, hatta bazen yeminlerde ortaya çıkıyor… Kendi annesi, eşi ve bacısını “Namus abidesi”, onların dışındaki her kadını “kuyruk sallayan” olarak gören bir anlayış toplumu sarmış…
Taciz, tecavüz, ensest ilişki almış başını gidiyor… Yetiştirme yurtlarında, ıslah evlerinde çocukların istismarı vaka-i adiyeden olmuş…
Kadınların ahlakını, kıyafeti ile ilişkilendirmek garip karşılanmıyor artık…
Sokaklarda cinsel pazarlıklar aleni hale gelmiş, hayat kadınları, travestiler bastırdıkları kartvizitleri büyük kentlerin ana caddelerinde dağıtıyorlar…
Ahlaksızlık batağına saplanmış toplumda, yalnızca evlilik dışı ilişki ahlaksızlık olarak görüldüğü için; siyasetçilerin, işadamlarının, bürokratların cinsel ilişkileri hukuka ve ahlaka aykırı yöntemlerle kasete alınıyor. Gerektiğinde kullanılmak üzere bir kenara konuluyor. Bu kasetler, bazen şantaj, bazen tehdit, bazen de rakibi saf dışı bırakmak amaçlı kullanılıyor…
Bu arada, bazı din adamları da, insanların daha doğrusu erkeklerin cinsel açlıklarına, hûrili, günde yüzlerce cinsel ilişkili Cennet vaatleriyle hitap ediyorlar…
Bu konuda, büyük bir ahlaki sorun olduğu ortada. Bu sorunlarla da ahlaklı nesiller yetiştirerek, kadına yalnızca cinsel obje olarak bakmayan, onları ikinci sınıf insanlar olarak görmeyen bir toplum yapısı oluşturarak, taciz ve tecavüzü, taciz ve tecavüzün faili ve mağdurunun kimliğine, sosyal konumuna bakmadan cezalandıran bir hukuk anlayışına ulaşarak sağlayabilirsiniz…
Ama biz istiyoruz ki, toplumun kadını ikinci sınıf vatandaş olarak gören anlayışı değişmeden, insanın egosuna(ben-nefs) hâkimiyeti ile insan olmak arasındaki ilişkiyi kavrayan bir ahlak anlayışına kavuşmadan, hukuk sistemimizde taciz ve tecavüz suçlarını toplumun beklentilerine paralel hale getirmeden, gerekli ekonomik ve sosyal tedbirleri almadan, toplumun eğitim düzeyini yükseltmeden bu soruna bir çözüm bulalım… Ve aklımıza da, kadınla erkeği ayrı dünyalarda yaşayan canlılar haline getirmekten başka çözüm yolu gelmiyor…
Bunun içindir ki; “ Haremlik-selamlıklı toplu taşım araçları oluşturmak”, “Kız ve erkek öğrencileri ayrı okullarda okutmak”, “insanları çocuk yaşta evlendirmek”, “kızların ve erkeklerin aynı mekânda bulunmalarını engellemek” gibi tedbirler öneriyoruz… Bu tür tedbirlerin; kadını çalışma hatta toplum hayatının dışına atacağını, toplumun kültür düzeyini düşüreceğini, cinslerin karşısındakini insan olarak görmek yerine yalnızca bir cinsel obje olarak bakmasına yol açacağını, belki de eşcinsel ilişkileri artıracağını ya görmüyoruz, ya da görmek istemiyoruz…
Erkek ve kadının cinsellik dışında yan yana gelebileceğini düşünemiyoruz… Bir hoca efendi çıkıp, rahatlıkla “Yedi yaştan yukarı yahut aşağı olsa da gösterişli olan kız yavrularımıza el öptürmememizi de özellikle tembih ederim.” diyebiliyor[1]…
Diyanet İşleri Eski Başkan Yardımcılarından Necmettin Nursaçan, vaazlerini zevkle dinlediğim, dini bilgisine güvendiğim, edebiyatımıza hâkimiyetini takdir ettiğim bir hoca efendiydi… “Çeven” olan soyadını imamlığa başladıktan sonra “Nursaçan” olarak değiştirdiğini öğrenmem, hatta emekliliğine bir sene kala, memleketi Kayseri’de yıllarca yürüttüğü müftülük görevinden Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığına atanınca, bazı münafıkların “fazla emekli maaşı alması için bu göreve atadılar, doğru olmadı” şeklinde dedikoduları bile ona olan saygımı azaltmamıştı. Ama O’nun da “Damat, genç kayınvalidenin elini öperken şehvet hissine kapılmamalı, gönlüne hakim olmalı” dediğini ve “kayınvalidelerin iyisi mi ellerinin öpülmemesinin daha hayırlı olacağını”[2] ilave ettiğini duyunca, gayri ihtiyari “Sende mi Hoca” dedim…
Sözün bittiği noktadayım… Konu el öpmeye dayanmışken sözü Sayın Yağmur TUNALI’ya bırakmak en doğrusu…
Yağmur TUNALI, anılarından yola çıkarak 1969-1980 dönemini anlattığı KAVGA GÜNLERİ isimli okunası kitabında;
“Bizim “Müsülmancı”larımız da geleneğe dost değillerdir. Geleneğe dost olmayanın tarihe dost olmayacağı açıktır. …… Din üzerinden politika yapan yeni tip inkilâbcılar diyebileceğimiz grupların temsilcisi Erbakan Hoca oldu ve ayakta kalan gelenek unsurlarını kısa zamanda silip süpürdü.” dedikten sonra şöyle devam etmiş;
“1976 olmalıydı. Mûtad bayram ziyaretlerinden biriydi. Yahyalı’daydım. Ortanca dayımın hanımıyla karşılaşınca, her zamanki gibi elini öpmek için hareketlendim. Birdenbire ateşe dokunmaktan çekinir gibi geriye atladı. “Aman oğlum günahmış. Ben sana el öptüremem!” demez mi? O seneye kadar kollarını açarak koşar adım gelen ve kucaklayan dayımın karısı ile aramıza hiç görmediğimiz, bilmediğimiz, yaşamadığımız bir anlayışın hançeri girmişti…
Aradan geçen yıllar içinde, yumuşadı ve erkeklere el öptürmenin günah olduğu düşüncesinin manasızlığına uyandı veya uyandırıldı. Ancak, bir türlü eski sıcaklığına kavuşamayan hayatımızın kayıpları tam olarak telafi edilemedi. Kadın eli sıkmaktan, kadın sesinin haramlığına kadar bu toplumun hiç yaşamadığı bir inzibatı dayatan Hoca, başörtüsü sembolü dışında her konuda ipi gevşetmesine rağmen, o yaşama ruhunu geri getirmek mümkün olmadı…”
Yağmur TUNALI’nın deyimi ile “müsülmancı”lara, “bu toprakların İslam algısı ile daha fazla oynamayın, yaşama ruhumuzu katletmeyin” demekten başka elimden bir şey gelmiyor…
[1] Geniş Bilgi İçin Bakınız: http://www.haberturk.com/polemik/haber/787110-7-yas-alti-da-olsa-kiz-cocuguna-el-opturmeyin-