Telkin; Özetle bir duyguyu, bir düşünceyi birilerinin aklına sokma, onu aşılama, ikna etme anlamı taşır. Ölüye telkin ise; Kişi ölüp mezara konduktan sonra, imamın veya herhangi birinin ölüye iman esaslarını sesli olarak söyleyerek hatırlatması demektir.
İslamda bu tür bir telkin var mıdır? Yapılmalı mıdır? Yapılsa ne olur?
Kur’an, sünnet ve akıl bağlamında konuyu değerlendirelim. Önce bizdeki uygulamanın nasıl olduğu, neden yapıldığı, nereden başladığını irdeleyelim.
Olaya kendi gözlemlerimi anlatarak başlamak istiyorum. Eşimin babasının cenaze merasiminden sonra imam bana dönerek, "Rahmetlinin ana adı ne?" diye sordu. Ben; "Ne yapacaksın?" dedim. Bana talgın vereceğini söyledi. "Faydası var mıdır?" dedim. "Bilmiyorum! Ama yapmasak bizi köylü defe koyar" dedi. "Adet olmuş, belki fayda umuluyor" diye de ilave etti. (Ana adı ile hitabın ‘Hatice oğlu Eşref ‘gibi, sebebi ise ölenin babası belli olmayabilir ama anası kesin bellidir anlayışından geliyor.) Cenaze merasiminde benden daha büyükler ve abileri bulunduğu için sesimi çıkarmadım. Yine küçük amcamın cenazesinde aynı olay yaşandı. Bu sefer itiraz ettim. İmama; "Ölen amcam senin cemaatinden değil miydi?" diye sordum. "Evet cemaatimdendi" dedi. "Şimdi söyleyeceklerini bilmeden mi yıllarca namaz kılıp ibadet etti? Canlı iken öğretemediklerini ölünce mi öğreteceksin?" diye ilave ettim. "Bana sorarsan yapma" dedim. "Peygamber efendimizin sünneti, O da yapmıştı" diye cevap verdi. "Peygambere bari iftira atma yanlış uygulama için" dedimse de dinletemedim. İlahiyat Fakültesi mezunu oğluna gittiler O "Yapılsın" demiş yaptılar. Tabii köylü ve imamlar benim bu tavrımı hoş karşılamadılar. Hatta inanç zayıflığımın olduğundan söz edenler de olmuş. Ben konuyu geniş boyutları ile incelemeye başladım vardığım sonuçlar beni haklı çıkardı.
Verilenin talkın değil, telkin olduğu Arapçada telkin, kalın "K" ile söylendiği için "e" sesi de "a" sesine dönüşmüş telkin; talkın şeklinde söylenir olmuş. Hatta bazı çevrelerde "talgun" diyenler da var.
Ölü mezara konduktan sonra cemaatin dağılıp imamın veya başka birinin kabirdeki ölüye, iman esaslarını kopya verir gibi anlatması ve Onun da bunları duyarak sorgu meleklerine cevap vereceğine inanılmasına ‘ölüye verilen telkin’ denilmektedir. Güya ölen kişi sorgu meleklerini karşısında görünce korku ve heyecandan dili tutulur, sorulara cevap veremezmiş. Telkin veren bu durumda imdada yetişir, ölüye iman esaslarını hatırlatarak sorulara doğru cevap vermesi sağlanırmış. Bu durumun ne sünnetlerde, ne ayetlerle, ne de akıl ile bir izahı yoktur.
Sünnet olarak söylenen tek hadis; "Ölmek üzere olanlara ‘la ilahe illallah’ demeyi telkin ediniz" (Müslüm Cenaiz 1-2) dir. Bu hadis de ölüye demiyor, ölmek üzere olanlara diyor ki; yapılmasında bir sakınca yoktur. Bu konuda bile geç kalınmamalıdır. Son nefeste korku ile kabul edilen bir imanın faydası olmayacağı herkesin kabulüdür. Sözü edilen diğer hadislerin hiçbirinin sahih olduğuna dair birliktelik yoktur.
Ayetler ise, ölüye telkin yapılması ile ilgili değil, tam tersi yapılmaması ile ilgilidir.
Allah Neml Suresi 80-81. Ayetlerde; "Sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp giden sağırlara da daveti duyuramazsın. Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin. Ancak ayetlerimize inanlara duyurabilirsin." Bu ayette ölü mecazi anlamda kullanılmıştır. Yaşayan ölülere bile duyuramayacağını peygambere söyleyen Allah; gerçek ölülere sıradan bir kişinin neyi nasıl duyuracağı mümkün müdür?
Yine Allah; Fatır 19-22 ayetlerde; Körle gören, karanlık ile aydınlık, gölge ile sıcak bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Elbette Allah dileyene işittirir. Sen kabirdekilere işittiremezsin, sen sadece bir uyarıcısın diyor. Allah bu ayette kabir kelimesini kullandığına göre gerçek ölülere artık duyuramayacağını söylüyor. Peygamberin bile ölülere duyuramayacağı herhangi bir konuda bizlerin duyurma isteğini normal karşılamak akıl işi olmaması gerekir. Sonra yazıcı melekler insanların ölünceye kadar neler yaptıklarını yazıp, bu günkü anlamda bir CD’ye veya flaş belleğe zaten kayıt ediyorlar. Allah ölü mezara girince ona yanlışlık mı yapacak da biz kopya veriyoruz. Allah’a güvenmiyor muyuz?
Kıyamet koptu mahşer kuruldu da bizim mi haberimiz yok. "Maliki yevmiddin" Hesap günü kuruldu da biz mi duymadık? Bu hangi aklın ürünü? Din bu kadar hurafe ve desiseyi kaldırmaz. İnsanlar, Müslümanlar; akletmiyor musunuz, düşünmüyor musunuz, görmüyor musunuz sorularını, Kur’an-ı Kerim her sayfasında bize soruyor.
Ayetlerde anlattıklarımızın ışığında ölülere telkin olmadığına göre, geriye adetler kalıyor. Yaptığım incelemelerde bu adetlerin İslam öncesi Türklerde, Şaman inançlarında ve uygulamalarında olduğunu gördüm. Şamanlardaki bu uygulama İslam'la cilalanarak günümüzdeki şeklini almış görünüyor. Eski Türkler'de bu uygulama telkin şeklinde olmayıp, ölünün yırtıcı hayvanlar tarafından toprak eşilerek yenmemesi için birkaç gün beklenmesidir. Mantıklı olan da budur. Bu bekleme 40-50 yıl öncesine kadar bizde de yapılmaktaydı.
"Telkin hiç yok mudur?" sorusuna olumsuz cevap vermek de mümkün değildir. Ölmek üzere veya ölümünü yakın tahmin ettiğimiz kişilere hasta yatağında telkin vardır. Mümin olduğuna inandığımız çok hasta kişilere dünya hayatının bir gün biteceği, bunun kaçınılmaz olduğu, ölümün bir son değil, ebedi hayatın başlangıcı olacağı, rahat olmasını, korkmamasını münasip bir dille anlatmak esas telkindir. Yapılması da gerekir. Ölmeden önceki iyilik hali telkin ve helalleşme için en uygun zamandır.
Sözlerimi rahmetli asker arkadaşım İlahıyatçı Prof. Dr. M.Zeki Duman’ın "Nuzulünden Günümüze Kur’an ve İnsanlar" adlı eserinde bir gönül dostunun, harika benzetmesiyle bitiriyorum. Gönül dostu; mezar başında bir ölüye telkin verildiğini görüyor. Gülerek yanındaki arkadaşına "Bakar mısın! Bir ölü bir diriye telkin veriyor..."