“Ortada kuyu var yaandaaan geç!..”Kaç kişi bu tekerlemeyi anımsıyor? Kaç kişi bu tekerlemenin kullanıldığı oyunu oynadı? Kaç kişinin çocuğu her gün en az 1-2 saat sokakta oynuyor? Peki kaç kişinin çocuğu apartman katları ile ana caddeler arasında sıkışmamıştır da oynayacak park veya uygun yer bulabiliyor?
Ooof of!.. Çocukluğum aklıma geliyor ve bu günün çocuklarına içim acıyor. Gözümde o günlere ait anılar bir bir canlanıyor. Bu anılar şeridinde İzmir’de Hatay Altıntaş'ta üç katlı apartmanın orta katında oturuyorduk. Ablam Süheyla Aydın Ortaklar Öğretmen Okulu'nda yatılı okuyordu. Kardeşim Atilla 9-10, ben ise 12-13 yaşlarında idim. Mahallemizden günde en fazla 4-5 araba geçerdi. Sakin bir sokaktı. Yakın yaşlarda bir arkadaş grubumuz vardı. Her gün sokakta oynardık. Kız erkek ayırımımız yoktu. Hepimiz aynı sokağın çocuğu ve kardeştik. Birbirimizi kollardık.
Ceplerimiz meşe de dediğimiz bilyelerle dolu, Afitap teyzenin evinin önünde daracık toprak arsada bilye oynardık. Hedefi tutturmak için yere çömelir, bazen de başımızı yere yapıştırıp uzanır, tek gözümüzü kısar, atışımızı öyle yapardık. Amaç ortaya konan bilyeyi vurmak yani ütmekti. Ben onlar gibi başparmak ile işaret parmağı arasına sıkıştırarak bilyeyi atamazdım. Onun yerine yalnızca işaret parmağımla iterdim. Elbet onların atışı gibi havalı olmazdı. Ama gene de zaman zaman benim de onları üttüğüm olurdu. Vurmak amacı ile birisi atışını yaparken hepimiz bir ağızdan hedefi vuramasın diye “Ortada kuyu var, yandaaan geç.” diye bağırırdık. Bir çeşit ağız birliği ile dua eder gibiydik. Siz de söyler miydiniz bilmem; ütmek bizim dilimizde yenmek, kazanmak, bilyelerini almak anlamına gelirdi...
Bir de yakartop oynardık. Sokağın enine iki ayrı çizgi ile bir orta bölüm ayarlardık. Bu sınır çizginin alt ve üst ucunda oyun arkadaşlarımız olurdu. Ve topla bizi vurmaya çalışırlardı. Biz de ortada sınırlı yerde sağa sola kaçışırdık. Vurulan yani “yanan” arkadaş çizgi dışına çıkardı. Biz ortadakiler de gene aynı nakarat “Ortada kuyu var, yandaaan geç.” yani gene aynı dua... bu kez top için...
Sonra İzmir Spor'da profesyonel olarak yıllarca top koşturan Sancar Kirazlı ile hem sınıf arkadaşı, hem de aynı sokağın çocuğu idik. Kardeşim, Sancar ve mahallemizin diğer çocukları akşama kadar sokakta iki taş ile kale sınırını belirledikleri alanda top oynarlardı. Bizim kapının önünde oynadıklarından elimde bir paket çiğdem çekirdek bir yandan çıt çıt yer, bir yandan da heyecanla onları seyrederdim penceremden. Komşulara oturmaya gittiğinde gözü hiç arkada kalmazdı annemin. Çünkü o zamanlar sokaklar güvenli, sokaklar emindi...
Halilrıfat paşa caddesinin alt tarafında o zamanlar büyükçe bir alan olan İngiliz bahçesi vardı. Adı neden İngiliz bahçesi idi bilmem ama çitlembik ağaçlarının gökyüzüne uzandığı harika bir oyun alanı idi bizim için. Sancar, ben ve Atilla'nın rengarenk kâğıtlardan özene bezene süsleyerek yaptığımız, altı çıtalı uçurtmamız gökyüzünde nazlı nazlı süzülür, biz keyifle onun peşinden koşardık. Bir dala takılacak ya da ters rüzgârla yere çakılacak diye ödümüz kopardı. Bir de başka uçurtma uçuranlar iplerine jilet bağlarlarmış. Ve çekemedikleri güzel uçurtmalarıniplerini keserlermiş. Ödümüz kopardı öylelerine rastlayacağız diye. Yani demek ki kıskançlık her yerde var!.. çocuklukta bile...
Biz çocukluğumuzu özgürce sokakta oynayarak geçirdiğimizden ve ben bunun keyfinin dünyalara bedel olduğunu bildiğimden çocuklarıma da aynı özgürlüğü tanıdım. Egzoz gazları arasında ana caddelerde lüks apartman katlarında oturmadım hiç. Mütevazı sokaklardı benim tercihim. Hem buralarda komşuluk ilişkileri de daha güzeldi. Çalıştığım için kreşten gelen çocuklarıma ben işten eve gelene kadar komşularım göz kulak olurlardı...
Hani anneler vardır çocuklarını çiçek gibi giydirir sokağa çıktıktan sonra da “Üstünü kirletirsen seni gebertirim.” diye tembihler. O garibim de kenarda öksüz çocuklar gibi özgürce oynayanlara bakar durur ya!.. İşte ben çocuklarımı öyle yapmadım.Sokak giysileri ayrı, gezmelikleri ayrı idi. Sokağa çıktıklarında kirlenecekmiş, yırtılacakmış diye korkmazlardı. Elbet harami gibi değillerdi, gene temiz paklardı ama çok pahalı bir giysi olmadığından kirlenecek, yırtılacak diye kaygıları olmazdı.Yağmur yağdığında çamurla da oynadılar, inşaatın penceresinden kumun üzerine de atladılar. Hatta eşime “Ses etme, kirlenmek güzeldir...” derdim. Yıllar sonra bir deterjan firması bu sözümü slogan olarak kullandı.
Oğlum Serter askerden geldikten sonra bir ara hava astsubay imtihanlarına girmişti. Bu imtihanların sporla ilgili olanlarına aileler olarak bizi de almışlardı. Serter vücut geliştirme sporu yaptığından bu konuda güvenimiz tamdı. Spor salonunda bu imtihanlarda pek çok çocuğun pasif kaldığını hareketleri yapamadığını gözlerimizle görüyorduk. Serter barfikste kendini ok gibi yukarı defalarca çekerken pek çok genç yapamıyor tespih böceği gibi iki büklüm sallanıyordu. O zaman geçmişte doğru yaptığımı anlamıştım. Bu güçsüz çocuklar bilgisayar çocuğu idi. Sokakta oynamak yerine bilgisayar başında oyun oynamıştı veya feyse takılmıştı. İmtihandaki general Serter'e “Badici seni aramızda görmek bizi sevindirir. Ancak bu kolların sığacağı elbiseyi nereden bulacağız?” diye takılmıştı. Sonra kısmet değilmiş olmadı. Aslında iyi de oldu. Şimdi kendine ait spor salonunu işletiyor. Daha mutlu...
İzmir Balçova Ilıca mahallesinde Vali Hüseyin Öğütcen caddesi no:47 Orange GYM Center var ya işte orası çocuğumun...
Azıcık reklam yapmış gibi oldum ama o kadarcık olsun değil mi?
Çocuklar sokakta oynarken yaşamı öğreniyorlar. Hayatla mücadeleyi öğreniyorlar. Dostluğu, kardeşliği, yardımlaşmayı öğreniyorlar. İşte o nedenle parklara, yeşil alanlara ihtiyacımız var. Ne olur anneler “Ben işimi yaparken çocuğum bilgisayarda oynasın, gözümün önünde, emin ellerde.” demeyin. Bilmeden çocuğunuza en büyük kötülüğü yapmış olursunuz. Eğer kendini koruyacak yaşta değilse onu her gün en az bir saat parka götürün. Özgürce oysasın... Oynasın ki tespih böceği olmasın...
Hülya Sezgin/ hulyasezgin@hotmail.com