Veya ASKER - DEVLET de diyebiliriz. Biz ‘asker’ vasfını doğuştan kazandığımızı düşünsek ve son devletimizi “Anası - bacısı, kızı - kızanı” birlikte kurduğumuzu ifadelendirsek de hâl-i hazırda bizdeki askerlik sorunlu, İsrail’de ise zorunlu. Biz askerliği 6 aya indirip kıbleyi ‘Profesyonelleşme’ adı altındaki ticarî mantıkla terhis ettiğimiz / edeceğimiz onbinlerin yerine şirketlerden askerî hizmet alımına çevirmişken İsrail’de askerlik süresi erkeklerde 32 ay, kadınlarda 24 ay ve 18 yaşından itibaren başlıyor. Erkekler askerlik sonrası 40 yaşına (memurlar 45) dek 3 yılda bir aylık mecburî eğitime katılmak zorunluluğundalar.
İsrail’de liseyi bitirmiş kız yada erkek askere çağrılır. 12’nci sınıfı bitiremeyenler bekler; Araplar, hamile ve evli kadınlar, yeni göçmenler ve ultra dindar Musevîler muaftırlar fakat muaf olanlar için de ‘gönüllü askerlik’ kavramı vardır. Bu da 12 ilâ 24 ay arasında haftada 30–40 saat “Sherut Leumi” ismi verilen ulusal görevlerde çalışmak şeklindedir. Ve alternatif askerlik olan bu görev vicdanî red hakkı bulunan kadınlara da açıktır. Ayrıca üniversite mezunlarına ve akademisyenlere yönelik “Atuda” adı altında bir Akademik Askerlik Programı bulunmaktadır.
8,5 milyonluk İsrail’in Ordusunda 170 bini aktif, 465 bini yedek, toplam 635 bin kişi silah altında. 17 ile 49 yaş arasındaki 1,5 milyon erkek ve 1,5 milyon kadın seferberlik potansiyelinde kabul ediliyor.
Mondros denilen ve bize karşı söylenen “Eller Yukarı!” Ateşkes Antlaşmasının özeti de – 7/24’e gizlenen – Ordumuzun terhis ve teslimidir. Sarı Paşa’mızın Gençliğe Hitâbe’sinin “Cebren ve hile ile” diye başlayan kısmı bunu anlatır ve halen canlıdır.
Biz lisedeyken yani 30-35 yıl önce Türkiye’nin nüfusu 50 milyon, Ordu mevcudu ise 1 milyonun az altındaydı. 2019 yılına geldiğimizde Suriyeliler hariç nüfusumuz 82 milyon, Ordu mevcudumuzsa 300 binin biraz üstünde.
Norveç yada Yeni Zellanda’da otursak “Her Türk asker doğar” diye tarihe kayıtlı olmamıza rağmen büyük bir ordu beslemeye gerek yok, savunma teknolojilerine ağırlık versek yeter derdik. Yoksa Türkiye’nin konumu ve koordinatları değişti de haberimiz mi olmadı?
Bildiğimiz kadarıyla Bağımsızlık kararını geçici olarak engellediğimiz Barzanî’nin Kuzey Irak’ta roketli, tanklı, helikopterli 250 bin kişilik Peşmerge Ordusu var. Başmüttefiğimiz (!) tarafından yine aynı şekilde silahlandırılan PYD YPG Güçleri’nin de 70-75 bin kişilik mevcudundan bahsediyoruz.
Yunanistan son 10-15 yılda bizden çaldığı 18 ada ve 1 kayalığı bile silahlandırıyor. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi bütçesini çok aşacak şekilde savaş gemisi, tank, top ne varsa alıp alıp biriktiriyor. Zaten Doğu Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölge ve sondaj parsellerinden dolayı kırmızı alarm durumundayız.
Şimdilik aramızın fena olmadığı Rusya, Kırım Türklerinin özerk meclislerini de dağıtarak Kırım’ı ilhak etti, Sivastopol’u doğrudan Moskova’ya bağladı. Donetsk ve Luhansk’ı yani Ukrayna’nın Doğusunu koparıp orda Küçük bir Rusya (MaloRus) kurma faaliyetini ise askerî açıdan desteklediği milislerle sürdürüyor. Üstüne üstlük Suriye’de komşu olduk. İdlip’te onlarla beraber, Menbiç’te ise Amerikalılarla beraber devriye atıyoruz. Rusya’dan izin alamasaydık ne Fırat Kalkanı ne de Zeytin Dalı Harekâtını yapabilirdik. İlişkilerimiz tekrar 4 yıl öncesindeki Rus Uçağının düşürüldüğü vaziyete gelirse ne yaparız?
Mevzu uzuyor; İran hedefte, ABD karadan ve denizden sınırlarımızda tatbikat yapıyor. Biz ne yapıyoruz; “Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan” Türk Ordusu celplerle 75 bin, 75 bin azaltacak Yeni bir Askerlik Kanunu çıkarıyoruz. S-400’ler ile F 35’ler arasında hayatımızın yazı-turasını atacak hale gelmişiz; para bedelli askerliği kalıcı hale getiriyoruz. Ülkede 5 milyondan fazla kayıtdışı vatandaş (!) var, sınırlarımızdan giren-çıkan belli değil, Bursa caddelerinde insancığın biri kafa kesmekten bahsediyor; bizse “Gerekli görülen sahalarda özel olarak görevlendirilen gönüllüler” için Cumhurbaşkanına ‘muafiyet’ yetkisi verdiriyoruz.
Türk Ordusunu ‘cep ordu’ yapmaya mı niyetlendik? Kimin cebine koyacağız?