Bendeniz 1987 yılından 1995 yılına kadar ecdat yadigarı belgelerin tasnifi ile uğraşmış eski bir Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire başkanlığı çalışanıyım. Aşağıdaki satırları arşivi ve çalışanlarını -özellikle arşivdeki görevlerine son verilenleri- tanıyan biri sıfatıyla yazıyorum.
Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığı, Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde bir taraftan Bulgaristan hükümetinin, öbür taraftan Ermenilerin iddialarına cevap vermek sadedinde arşivciliğimiz devlet politikası haline geldi. Osmanlı Arşivinde toplu istihdam 1987 yılında “Uzman Yardımcısı” ve “Tasnif Elemanı” alımıyla başladı. Ben de 1987 Kasım'ında tasnif elemanı sıfatıyla göreve başladım.
Göreve yeni başlayanlarla birlikte odalarda elimize verilen arşiv belgelerini büyük bir heyecanla okumaya başladık. Hatırlıyorum aynı odada çalışanlar arasında şu anda Afyon Kocatepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nde olan Profesör Dr. Ahmet Altıntaş arkadaşım da vardı.
Toplama ve okuma odalarından her birimiz ilgili birimlere dağıtıldık. Ben de Müzehhep Fermanlar Kataloğu’nu hazırlamak için Uzman Ağabeyim Yusuf Beyin yanında görevlendirildim. Hatırlayabildiğim kadarıyla Yıldız Sarayı Arşivi Kataloğlarının hazırlanmasında görev aldım. Uğurhan Demirbaş arkadaşımın Yayın Kurulu’na gitmesinden sonra da Gurup Başkanlığı görevinde bulundum. Titizlikle görev yaptık. Okumakta ve incelemekte olduğumuz belgeler güneşten zarar görmesin diye açık bırakmadık. Belgelere çay, su, meşrubat dökülmesin diye odalara servis yapılmaz, belirlenmiş saatlerde kantine giderdik.
Hatta aşağıda anlatacağım gibi belgeler zarar görmesin diye belge dosyalarının her türlü nakil, temizleme ve dosyalama işini Osmanlı Türkçesine vakıf tasnif elemanları olarak bizler yapardık. Genel Müdürümüz; “Ben Osmanlıca bilmeyene belge sandığını bile taşıtmam,” derdi.
Elimize aldığımız belgelere “bunlara kimlerin eli değdi?” diyerek duygusal yaklaşımlarımız olurdu. Belgelerde kah Osmanlı’nın haşmetine kah çöküşüne tanık olduk. Kimi zaman Osmanlı ihtişamını görerek gururlandık kimi zaman da çöküşü görerek hüzünlendik. Çalıştığımız müddetçe kendimizi bazen Yıldız Sarayı'nın bir odasında, bazen Bab-ı Ali’de, bazen seferde Sultan'ın yanında bazen de darağacında celladın yanında hissettik.
Arşivcilik maceramızın en sıkıntılı ve hatırası bol faslı şüphesiz depo çalışmalarımızdı. Sultan Ahmet Camii yanındaki depomuz en fazla toz ve haşere ilacına muhatap olduğumuz, fersude olmuş belgeleriyle meşhurdu. Belgeyi elinize aldığınızda parça parça olup elinizden kaydığı için çok özen göstermek gerekiyordu. Burnumuzda maske başımızda beyaz tülbent ile çalışıyorduk. Biz ecdat mirası o belgeleri bir bebek titizliği ile alır dosyalara koyardık. Yarım saatden fazla içeride duramaz, dışarı çıkar dinlenirdik. Dinlenme yerimiz de Sultan Ahmet Parkı olduğu için turistler tarafından kıyafetimizden ötürü “Türk Ameleleri” sıfatıyla fotoğraflanırdık.
Bu şartlarda çalışan ve UZMAN YARDIMCISI olarak işe alınan arkadaşlarımız bir müddet sonra UZMAN yapılmak bir yana, UZMAN YARDIMCILIKLARI bile ellerinden alındı. Üniversitelerde yüksek lisans, doktora yapmak isteyen arkadaşlarımıza engeller çıkartıldı. “Biz sizlere üniversitelerin vereceği kariyerden daha fazlasını vereceğiz” sözleri verildi.
Bugün gelinen noktada durum nedir? Gelişmeleri sabırla takip edeceğiz. Ancak şunu ifade edebilirim:
Arşiv tozları birkaç değil dört beş yüzyıllık tozlar. Çoğu depoya bugün kullanımı yasaklanmış DDT gibi ilaçlar atılmış. Ben ve arkadaşlarım o dört beş yüzyıllık tozların içinde yasaklanmış DDT ilaçları ile de mücadele ederek Osmanlı Arşivi’nde çalışmadık -birilerinin ağzına almaktan çekindiği -TÜRK MİLLETİ’ne, OSMANLI’ya çoğunluğu İSLAM DEVLETİ olan tarihi buradan yazılabilen 42 devlete HİZMET ETTİK. Arşivde 1987 yılından beri göreve başlayıp kendi istekleriyle ayrılan arkadaşlarımızın neden ayrılmak durumunda kaldıklarını da kamuoyunun bilgisine sunmak istiyorum. Çalıştığımız dönemin İstanbul hastaneleri kayıtlarına bakın:
BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİVİ HİZMETÇİLERİNİN KAÇI YÜZYILLIK TOZA, DDT’YE VE ÇALIŞMA ŞARTLARINA BAĞLI HASTALIKLARA YAKALANMIŞ?
Ve siyaset meydanlarında “Biz bu milletin hizmetkarıyız” diyenler size sesleniyorum: Gerçek Haremeyn ve ecdat hizmetçilerinin bugüne kadar gasp edilmiş haklarını verin. Arkadaşlarım sizler iktidara geldiğinde “Muhafazakar Osmanlı’ya ve ecdada hizmet etmeyi şiar edinmiş bir hükümet geldi” diyerek önceki hükümetler döneminde gasp edilmiş haklarının verilmesinden öte durumlarının daha da iyileştirileceği umuduna kapıldı. Hatta birçoğu sendikalarını değiştirip hükümet yanlısı sendikaya üye oldu. Arşiv görevinden aldığınız arkadaşlarıma yapılan muamele hukuka, devlet büyüklüğüne ve siyasi edebe aykırıdır. Umarım yapılan yanlıştan dönülür ve arkadaşlarımdan özür dilenir. Üniversitemde 25-30 yılını doldurana “Hizmet Takdir Belgesi” rektörümüzün elinden verilir. Sizde herhalde “Nakil Belgesi” veriliyor.
FETÖ zihniyeti bu hükümete TÜRK kelimesini resmiyetten ve hafızalardan sildirmeye çalıştı. Sırada “OSMANLI” mı var? Diye kötü kötü düşünmekten kendimi alamıyorum. Lüften Türk Tarihini belgelerinden ortaya koyarak “TÜRK MİLLETİNİ AYAKTA TUTMAYA ÇALIŞAN ARKADAŞLARIMLA DEĞİL; ANKARA’DAKİ TÜRK KELİMESİNDEN SONRA OSMANLI ADI İLE UĞRAŞAN KRİPTOLARLA UĞRAŞIN”
Ve son sözüm arşiv hizmetkarı arkadaşlarıma;
Değerli arkadaşlarım: Gönderildiğiniz kurumlarda Arşivi ve tarihi bilen kimseler olarak hizmet etmeye devam edin. İnşallah bir çoğunuzu yeni fırsatlar bekliyor.
AMA EMİNİM Kİ HATIR-ŞİNAS İLİM ERBABI; TEVATAÜR BİLGİLERLE FİLM YAPANLARI DEĞİL SİZLERİ TAKDİR EDİYOR.