20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'nda yaşım henüz çok küçüktü.
Ancak asker olan rahmetli babamdan yıllar önce dinlediğim ve babamı Mersin'den geri dönerken çok üzen, başarısız Kıbrıs çıkarmasını, rahmetli devlet adamı Süleyman Demirel'in bizzat askerlerin yanına giderek o pofuduk elleriyle Türk askerlerinin tek tek ellerini sıkarak ABD'nin bizim silâhlarımızla Kıbrıs'ta savaşamazsın dediğini, bunun üzerine geri döndüklerini defalarca dinledim. (Buna çok üzülmüştü)
Saygıyla, minnetle, rahmetle andığım Devlet adamı Bülent Ecevit'e kadar, babam başı yerde anlatırdı bu geri dönüşlerindeki utancı.
Keşke biraz daha yaşım büyük olsa da, bu anlattıklarını yazsaydım diye çok hayıflandım şimdilerde.
Çünkü Mersin'e kadar gittiklerinde Türk halkının yol boyu sevgi gösterilerinde bulunduklarını, çorabından çöreklerine kadar çıkın yaparak heybelere koyduklarını ve askerlerimize gururla ikram ettiklerini, zira Kıbrıs Türkleri'nin Türk askerini yıllardır özlemle, hasretle beklediklerini bildikleri için, büyük bir sevinç yaşadıklarını anlatırdı içi sızlayarak rahmetli babam...
Ardından savaşmadan geri döndüklerindeki tepkilerini, yüzlerindeki hayal kırıklıklarını.
Rahmetli Ecevit'e ılımlı İslamcıların sataşmalarını, yok ABD liderinin yanında ezik durduğu dik başlı politika yapmadığını söylemelerini asla kabul edemem.
Suriye Barış Pınarı Harekatından dönerken kim diyebildi. ('Bizi de götür' diyen dantelli kefenliler mi?)
"Ayşe tatile çıksın" diyen oldu mu özgür iradesiyle?
Emir geldi yarım bırakarak çıktık.
Ne kazandık?
Neyse dik duruşlu siyaset deyince aklıma geldi birden.
Gelelim 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'na.
Rahmetli babamın gözlerinde, yarım bıraktıkları işi tamamlamanın haklı gururunu gördüm ve yaşadım.
Ona göre gecikmiş de olsa Ayşe tatile çıkmıştı. Kendilerinin başaramadığını rahmetle, minnetle andığım Ecevit ve Erbakan ikilisi Milli bir duruşla, Kıbrıs Türkleri'nin sorununu çözüme kavuşturmuşlardı.
Babam kendisini hâlâ asker sanarak öyle kaptırmıştı ki. (Asker, emekli de olsa askerdir.)
Her siren sesinde bizler için endişe duyardı.
Hatta balkon demirlerindeki televizyon antenlerini düşman uçağı zannederek bizleri uyandırıp, "Çocuklar aşağıyaa, sığınağaaa, düşman uçakları geldi!" demesini de ölsem unutmam.
Ama babamdan dinleyerek daha sonra da okuyarak unutmayacağım, aklımın bir köşesine yer eden bir şey daha var.
O da Libya lideri Muammer Kaddafi.
Neden bilmiyorum ama, onu ülkesini emperyalizme karşı direnmeye çağrışı, balkon konuşmasını da unutmuş değilim, hafif alaylı, bir çoğuna megalomanca gelen konuşması ve kendine has üslubuyla.
1974 Kıbrıs Barış Harekatında Türkiye ye ABD'nin ambargosu sırasında elindeki tüm silahları ve uçak yakıtı rezervlerini Türkiye'ye "O" sundu.
Bundan da bir karşılık istemediğini biliyorum.
5 Şubat'ta ABD yardımların kesildiğini, Türkiye'ye silah getirmekte olan gemiler geri çevrildiği gün, Dışişleri Bakanlığı'nda Türk-Libya petrol anlaşması imzalandı.
3 Milyon ton ham petrol, 200 bin ton fuel-oil vermeyi taahüt etti Muammer Kaddafi.
Sadece bu mu?
Silah ambargosu sebebiyle askeri desteğini artırarak savaş uçaklarını ve füzelerini Türkiye'nin hizmetine sundu.
Yani ABD emperyalizmine karşı duruşu olan bir Arap'tı.
Bunda da haklıydı.
20 Ekim 2011'de Libya'da Arap baharı adıyla, ülkeye demokrasi getireceğiz diyerek halkı ayaklandırdıkları, ancak hiç bir şekilde demokrasi değil, teokrasi getirilen ülkelerdeki gibi, iç karışıklıkta linç edilerek öldürüldü.
Linç sırasında Libya halkına "Evlatlarım ben sizin babanızım, siz neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmiyorsunuz" dediyse de linç edilmekten kurtulamadı.
Hatırlarsanız Erdoğan bir ara "NATO'nun Libya'da ne işi var yahu?" dedi.
Daha sonra İzmir'in operasyon merkezi olmasına izin verdi her nedense?
"Biz taraf tutmadık Kaddafi çekilmeli" diyerek ilginç bir değerlendirmede de bulundu.
Oysa Libya'da Kaddafi eliyle insan hakları ödülü alırken, Muammer Kaddafi'ye övgü dolu sözler de söylemişti, tam destek vererek.
Ne zamana kadar? CIA Başkanı Leon Panetta'nın Ankara'ya yaptığı ziyarete kadar.
Daha sonra bunu halkın tercihine saygı olarak izah etti.
"Biz Libya'da birilerinin yaptığı gibi (kim o birileri?) 'petrol kuyularını' değil, yerin üstündeki canları görenlerden olduk" açıklamasında bulundu.
"Tavrımız tamamen insani bir tavır, kimsenin burnunun kanamaması yönünde"
"Libya yönetimini kan dökmemesi, katliamlara girişmemesi, halkın sesine, arzularına kulak tıkamaması noktasında uyardık" da dedi elbette...
Libya'da insan hakları ödülü aldığında şöyle seslenmişti Arap halkına;
"Bu ödülün bölgesel ve küresel ölçekte insan hakları noktasında ki mücadelemizi teşvik edeceğinden emin olabilirsiniz"
O zaman şimdi Muammer Kaddafi için yapmadığını neden yapıyor olabilir?
Yine uyarsa olmuyor mu?
Ya da iki karşıt tarafın barışını sağlasa nasıl olur?
Savaşı kışkırtmak yerine ülkenin birliğini bütünlüğünü korumak konusunda çaba daha iyi olmaz mı?
Kaddafi korkunç bir şekilde linç edilerek gitti.
Halâ Libya'ya demokrasi ve özgürlük gelmemişse,
Kaddafi boşuna seslenmemiş Libya halkına.
"Evlatlarım ben sizin babanızım, siz neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmiyorsunuz"
Emperyalizm petrol için bir ülkeye babalarını bile katlettiriyorsa, bu zulme alet olmak bize yakışır mı?
Hiç bir petrol kuyusu, hiç bir petrol damlası, zerresi insan kanından, insan yaşamından daha değerli değildir.
Sonra bize de demesinler; "Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz"
Babaları gittiyse, aileyi tamamen dağıtmayın madem.
Bir arada tutmanın yollarını arayın, olmuyor mu öyle?
Anladığım kadarıyla Demokrasi bahane. (Arap Baharı dedikleri şeyin ne olduğunu biliyoruz.)
Petrolün varsa, nasıl yönetildiğinin bir önemi de yok. (biz yönetelim oluyor)
Bunu Arap ülkelerinde net bir şekilde görüyoruz.
Ama biz Arap değiliz.
Türk'üz çok şükür.
Biz kendi kendimizi yönetmeyi iyi biliriz.
Adına 'Demokrasi' diyorlar.
Türk'e de başka sistem yaraşmaz zaten...