Hiçbir toplumu küçümseyemeyiz, ancak tespit yapabiliriz. Hint toplumu tarihin hiçbir döneminde güçlü bir devlet sahibi olamamış, tarihin hiçbir döneminde kendi milli birliğini kuramamıştır. Hint coğrafyası İran asıllı aryen denilen kavimlerin, Moğollar'ın, Türkler'in ve İngilizler'in egemenliği altına girmiş ve Hint Birliği bile bu egemenlikler altında sağlanmıştır.
Yine Hint coğrafyasında “kast sistemi” denilen bir sistem uygulanmış, bu sistem ile toplum kolay güdülebilir bir şekle sokulmuştur. Kast sisteminde toplumun en üst katmanında Brahman rahipleri, onların altında tüccarlar, onların altında esnaflar, onların altında çiftçiler yer alırlardı. Ayırım burada kalmaz, çiftçilerin altında ise Hint toplumunun dışında bırakılan bir kategoriye bile sokulmayan köle hükmünde olan paryalar bulunurlardı.
Kast sisteminin katmanlarında yer alanlar yaşadıkları sürece bir başka katmana evlilik yolu ile bile geçemezlerdi. İnanca göre bir çiftçi yaşamı boyunca esnafa, esnaf tüccara, tüccar, brahman rahiplerine iyi hizmet edebilmeliydi. Eğer insanlar kendilerinden yukarıda ki katmana hizmetlerini iyi yaparlarsa öldükten sonra bir daha dünyaya gelecekler ve bir üst katmanda yer alacaklardı. Eğer hizmetlerini iyi yapamazlarsa öldükten sonra bir daha dünyaya gelecekler ve bir alt katmanda yer alacaklardı.
Görüldüğü gibi toplumun hangi katmanı size kader olarak sunulmuşsa o kadere en iyi boyun eğen, en iyi insan olacaktı. Tam bir sömürü sistemi…
Bu sistemi kullanan Hint yöneticileri saraylarda yaşarlarken, parya olarak sayılan örneğin “gucallar” toplum içinde hiçbir hakkı dahi olmayan canlı organizmalar hükmündeydiler.
Böyle bir sistem bir halka nasıl kabul ettirilebilir? Ancak din ile… Bu garip sistem de halka Brahmanizm (Hinduizm) dini tarafından kabul ettirilmişti.
Hindistan’da “sahip” denilen bir hitap tarzı işte bu köle düzeninden gelen bir hitaptır.
Eğer bir ülkede din kullanılarak, toplum ayrıştırılıyorsa, toplumda daha üstün bazı insanlar, yeni sınıflar oluşuyorsa, örneğin; sakallı, başörtülü ama şık giyimli, son model arabalara binen, en lüks evlerde oturan, devletin en mahrem makamlarına kurulmuş insanlar türediyse, diğerlerine de kader dayatılıyorsa; orada dine dayalı sömürü sistemi var demektir. (Samimi dindar ve bu sömürü düzeninde rol kapmamış insanlar bahse konu değildir.)
Bu sistem hem yerli krallar için çok elverişlidir, hem de yabancı krallar için çok elverişlidir. Nitekim, İngilizler Hint toplumunun bu yapısını kullanarak Hindistan’ın yarısını vasi sistemi ile yani hiçbir İngiliz askeri kullanmadan Hintli yönetici ve askerlerle Britanya Krallığı adına yıllarca yönetebilmişlerdir.
Bizim dinimizde böyle bir sistem yok, Eyvallah! İşte o zaman aklımıza şu soru geliyor. Bizim dinimizde saltanatta yok. Eğer birilerine saltanat, birilerine marabalık kader diye benimsetiliyorsa orada da dini değerler sömürülerek başka bir sömürü sistemi kurulmuş demektir.
Kölelik ile efendilik arasında tercih sormak bile ayıptır. Ancak eski çağlardan beri köleliği tercih edenler olmuştur. Çünkü kölelik sorumluluk gerektirmez, düşünme yükünü bile ortadan kaldırır.
Heyhat! Ey halkım, karar ver! Parya mı olacaksın, kendi kendinin efendisi mi?