Peruş kafalının mektubu iade mi edildi takdim mi edildi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan skandal mektuba ilişkin sorulan bir soruya "Söz konusu mektupları Sayın Başkan'a tekrar taktim ettim" cevabını verdi.
Takdim ettim diyor değil mi? Peki milleti ahmak yerine koyan Cumhur ittifakı'nın azatlık kabul etmeyen iflah olmaz köleleri niçin "Mektup iade edildi" diyorlar?
"İade etmek" deyince; burada haklılığın verdiği öz güvenden kaynaklanan itirazın ifade edilişi söz konusudur. Var mı böyle bir öz güven görüntüsü?
Cumhurbaşkanı'nın kullandığı "Başkana takdim ettim" ifadesinden; bir görevi tamamlamanın iç huzuruna binaen aynı zamanda hata işlenmiş ihtimali olsa bile; onu da telafiyi içeren, kendinden üstte görülen birisine nezaket çerçevesinde durumu izah etmeyi veya kurtarmayı anlıyoruz.
İşin özeti; ne Trump'ın yazdığı mektuptan pişmanlığı, ne de Cumhurbaşkanı'nın bundan alınganlığı söz konusudur.
Olup biten şudur: Türk milletinin onurunu ve şerefini derinden etkilemiş ve anında iade edilmesi gereken skandal mektubun iadesi için gerekli yürekliliği gösterememenin yarattığı telaş ile ördeğin kıçı ile suya dalma çabasından başka bir şey değil. Kısaca Türk milleti ikna olmamıştır.
Onların paşa gönülleri tarihi ısmarlama yazdırsa da; tarih gün gelir bizatihi kendi not aldığı gerçekleri tek tek uygun olduğu yerden filizlendirir.
E, tabi olacak o kadar. Onca yıl FETÖ ile yatak yorgan olunca, evlilik bitse bile akılları hep yaşadıkları zevkte (kumpas) kalmış.
Belli ki bir kumpas düşünülmüş "Peruş Kafalı"ya. "Sen gazeteci olduğundan emin misin? Yan tarafımdaki beyefendinin bürokratı değil misiniz?" anlamında ifadeler kullanıyor Peruş Kafalı. Hadi bizler bu ülkenin insanı olduğumuz için bilebiliriz ama belli ki ABD "Pelikan güzelini"ni çok iyi tanıyor.
İşin garibi hatun kişi öyle bir soru sordu ki; adeta Peruş Kafalı'ya alan açtı. "Sizin beyefendi ile de Mazlum Kobani ile de iyi sevişiriz. İyi ilişkiler sürdürüp, güzel şeyler yapıyoruz" diyerek sorulan soru ile güdülen amaç hasıl olmadığı gibi aleyhimize oldu. O da ne; içeride Reis'e "Bu adamı seninle aynı statüde görüyoruz" diyemeyen veya dememiş olan Peruş Kafalı dışarıda söyleme imkanı bulmuş oldu.
Şimdi bu görüşmeler sayesinde en rahat nefes alan Mahsun Kobani olsa gerek. Bunu nasıl öğrendi; konumunun dünya kamuoyu önünde sorulan bir soru karşısında tescil edilmesi ile öğrenmiş oldu.
Tabi ki duayen bir gazeteci olsaydı bunun arkasını getirirdi ama ne yapsalar olmuyor işte. Paranın gücü ile yandaşlık adına çok şeyi satın alabildiler ama elbette akıl ve tecrübeyi satın almak mümkün değil.
"Monşerler" gidip, "Pelikanlar" gelince ancak bu kadar oluyormuş demek ki.
Bolivya üzerinden Türk milletine gözdağı vermek....?
Yani düşünebiliyor musunuz; koskoca Türk devletini ve onun milletini Bolivya statüsünde gören bir aklın, devletimizin mukadderatı hususunda iradesini ortaya koyan inisiyatif sahibi birisi olması millet olarak da ayrı bir bahtsızlığımız olsa gerek.
Eğer Türkiye bir Bolivya olsaydı, 15 Temmuz ihanetinin sonuçları da çok farklı olurdu. Nedir bu korku, evham anlaşılır gibi değil. Eğer ülkede muktedirler olarak sergilemekte olduğunuz inisiyatifiniz size Bolivya sosyolojisini hatırlatıyorsa; sorunu bizde değil, kendinizde arayın.
Ancak şundan emin olup, dolayısıyla da korkabilirsiniz; yaşanan bunca olumsuzluklardan sonra "Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sistem"e dönme tercihi ve buna bağlı çabalar her geçen gün artacaktır.
Ankesörlü telefonlardan aramaların takibi sadece ordumuz mensuplarına uygulanmış
Ergenekon-Balyoz mağduru askeri savcı Ahmet Zeki Üçok diyor ki; "Ankesörlü telefonlardan aramalar üzerinden FETÖ mensubu tespitleri sadece orduda yapıldı, diğer kurumlarda yapılmadı". Hakikaten niçin diğer kurumlarda yapılmadı? Çok ciddi bir soru ve inanıyorum ki böyle bir durumdan milletin haberi yoktur.
Sayın Üçok bir başka şey daha söylüyor; "FETÖ abilerini arayanlar üzerinden değil, abilerin aradıkları FETÖ mensubu isimler üzerinden tespitler yapılıyor". O zaman hemen akla gelen; FETÖ'nün soruşturmaları sulandırmak için bu görüşmeleri yapmış olması ihtimali.
Buradan çıkarabileceğimiz şu; Türk ordusunun itibarını sıfırlamak için böyle bir usulun uygulanmış olmasıdır. Belki de epey zamandır dikkatimi çeken; çevremizde bildiğimiz ne kadar asker varsa; bir şekilde ya ihraç edilmiş ya da hapis durumunda olmaları bundan olsa gerek. Öyle ya; bu FETÖ örgütü abileri hiç bir bakanlık ve ona bağlı kurumlarda "Ağabey" yapılanmasının olmaması ve bu ağabeylerin ankesörlü telefonlardan hiç bir üyeleri ile görüşme yapmamış olma ihtimali mümkün müdür?
Bakanlıklarda karar alıcı, karar verici unsurları siyasi irade yani hükumet tayin edip, görevlendiriyor. Dolayısıyla, şimdi anlaşıldı mı; niçin Türk Ordusu dışındaki devletin diğer kurumlarında ankesörlü telefonlarla yapılan görüşmelerin incelenmeyip, kapsam dışı bırakıldığını; ve yine buradan hareketle niçin FETÖ'nün siyasi ayağının ortaya çıkarılmasının istenmediği.
10 Kasım ve Mustafa Kemal Atatürk gerçeği
Şunu özellikle bilelim Atatürk'ün başarısını hiç kimse; kökten iflah olmaz düşmanları bile inkar edemiyorlar artık.
Bütün mesele O'nun Türk oluşudur. Özellikle tekrar ediyorum; meselenin aslı şudur. Birileri esas kimliklerini saklayarak "Etnik piç"lik yapıyorlar.
Onlar için her şey ne de güzeldi. Osmanlı tüm etnik kimlikleri de kendisinin sahibi görürken ne oldu; Türk milliyetçiliği pınarından kana kana su içmiş Mustafa Kemal denen bir adam çıkıp, inisiyatifini ortaya koyarak Türk için, Türk'e göre ve Türkler'le bir devlet kuruyor. Atatürk'e de, cumhuriyete de düşmanlığın; Türklüğe hazımsızlığın temelinde bu vardır.
Peki bu sorunları nasıl aşacağız? Devletimizin tüm kurum ve kuruluşlarının Türkleşmesi ile aşacağız inşallah.
Düşüncem kesinlikle bir ırkçılık değil, sadece bu coğrafyada nizamı sağlamaya matuf, insan mutluluğunu esas alan bir düşüncedir.
Bu coğrafyayı yurt yapan, üzerinde ezelden ebede yaşamış herkesi millet haline getirerek, adını Türk milleti koyan; işte tam bu noktada da onlara da hiç ayrım yapmamış "Türkler"in hakkını teslim etmek insani ve vicdani değil midir? İşte Atatürk buna inanmış, bunu anlatmış ve bunun gereğini yapmıştır.
Özellikle eski köy mezarlıklarına bakıyorum. Keza bizim köy mezarlığına da baktım. Bir tane olsun yazılı mezar taşı yoktur. Çünkü cumhuriyet öncesi okur yazarlık sadece büyük kentlerde ve saray çevresindeymiş.
Dedem köyün en yaşlılarından birisiydi. Kuran-ı anlamadan okuyabiliyordu ama eski Türkçe yani Osmanlıca okuma yazması yoktu. Okur yazar olması cumhuriyet döneminde oldu.
Dolayısıyla "Harf devrimi ile bir gecede cahil kaldık" diyenlere; "Ulan ne bok biliyorduk ki cahil kaldık?" demek geliyor içimden. Bir toplumun ne denli okur-yazar olduğunu mezar taşlarından anlarız. Gezin Anadolu'yu; şehir merkezlerlerindekilere değil, köy mezarlıklarına bakın; Osmanlıca yazılmış hiç yazılı mezar taşı yoktur. Çünkü okur yazar yoktu.
Ne garip değil mi? Okullarımızda belki yeni nesillere Atatürk'ü yeterince anlatamadık, hatta kasıtlı olarak anlatılmadı ama yaşadığımız ihanetler o kadar çok şey anlatmış, öğretmiş olmalı ki; Türk'ün yüce Başbuğ'unu anma programları geçtiğimiz yıllardan çok farklı, çok kalabalık ve çok güzel organizasyonlarla; minnet ve şükran duygularıyla yapıldı.
Biliyoruz her ne kadar konjonktür birilerini Anıtkabir'e, Atatürk'ün huzuruna paşa paşa götürmüş olsa da; en büyük sadakatınız hainliğinize ve nankörlüğünüze olduğu için yine kendinizi belli edip, rezil ettiniz.
Ruhu şad mekanı cennet olsun...