Tarihin yüzlerce tanımı yapılmıştır. Ben şu tanımın kapsayıcı olduğunu düşünürüm: "Tarih, insan topluluklarının bütün faaliyetlerini, geçirdikleri gelişmeleri ve aralarında geçen olayları yer ve zaman göstererek, sebep-sonuç ilişkisi içinde, belgelere dayanmak suretiyle araştıran ve günümüze nakleden sosyal bir ilimdir." Ama bugünü yaşayan, olaylara bugünün değer yargılarıyla bakmaya alışmış tarih yazıcısı ne kadar nesnel olabilir? Siyasi eğilimlerinden, toplumsal değer yargılarından kendisini ne kadar soyutlayabilir? Kendisine kalem oynatma hakkı veren, yazdıklarını yayımlayan ve geçimini sağlayan gücün – devlet, vakıf, dernek, yayınevi vb.- tercihlerinin tarih yazıcısını etkilememesi mümkün müdür? Bu etki özellikle rejim değişikliklerinin gerçekleştirildiği dönemlerde bir yönlendirmeye dönüşür… Fransa’da Fransız devriminden sonra Fransa tarihi yeniden yazılmıştır. Tarihe bakıştaki değişiklik Almanya’da ve Rusya’da çok sık yaşanmıştır. Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesinden ve düşüşünden sonra, iki Almanya’nın birleşmesi öncesi ve sonrasında yakın tarihe birbirine zıt yorumlar getirilmiştir… Keza Rusya’da 1917 devrimi öncesi ve sonrası tarih algısı ve yorumu birbirine taban tabana zıttır. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra yazılan tarih kitaplarında kişilere, olaylara ilişkin değerlendirmenin büyük ölçüde değiştiği görülür...
Bu nedenledir ki hemen hemen dünyanın her yerinde rejim muhalifleri, mevcut tarih yorumunu "Resmi Tarih" olarak nitelerler... Resmi tarihin onlarca tanımı yapılmıştır. Birkaçını sıralayalım:
"Devletin, Resmi ideolojinin yazdırdığı tarih",
"Tarihin, geçmişte yaşanmış olanın iktidar sahiplerinin ihtiyaçları doğrultusunda kurgulanmış versiyonudur."…
Resmi tarih yazımında asıl amaç devleti ve resmi ideolojiyi korumaktır. Yeni rejimin halk tarafından benimsemesini sağlamaktır...
Türkiye’de 'resmi tarih' karşıtı olanların çoğu gerçeğin, doğrunun yanında oldukları için değil, Atatürk’e, Cumhuriyet'e, laikliğe ve üniter ulus devlete hatta Türklüğe karşı oldukları için 'resmi tarih’e karşıdırlar...
Fikret Başkaya’nın editörlüğünü yaptığı "Resmi Tarih Tartışmaları" kitap serisinde Türk Tarihindeki Resmi Tarih anlayışının Bilge Kağan’a ve Orhun Abidelerine dayandırılması da, resmi tarih karşıtlarının asıl hedeflerini gösterir niteliktedir.
Resmî tarihin yalanları, çarpıtmaları yok mudur? Olmaz olur mu? Cumhuriyet’i yerleştirmek gibi masum ve anlaşılabilir bir amaca hizmet amacıyla da olsa çarpıtılan, görmezden gelinen, abartılan, yanlış aktarılan bilgiler vardır. Görmezden gelinen gerçekler, abartılan yanlışlar tam aydınlanmamış konular... Bir de iki ihtilal (1960 ve 1980) sonrası sahte Atatürkçülerin uydurdukları…
Ama resmi tarihin yalanlarını ortaya çıkarmak iddiasında olan "Gayri Resmi Tarihçiler"in yalanları, çarpıtmaları, belge tahrifleri karşısında resmi tarihin görmezden geldiği veya abarttığı hususlar çok çok masum kalır.
Bir de "resmi tarih" suçlaması hep Cumhuriyet Dönemi için kullanılır. Ama sanıldığının aksine resmî tarih çarpıtmalarının çok büyük kısmı Cumhuriyet tarihine ilişkin değil, Osmanlı tarihi ve İslam tarihine ilişkindir.
Osmanlı tarihinde çarpıtma en başta Osman Gazi’nin adıyla başlar... Heteredoks Kayı boyu liderinin Ataman veya Otman olan adı Sünni İslam bir isme, Osman’a dönüştürülür..
16. yüzyıldan itibaren de devlette gelişen bütün önemli olaylara 'vakanüvis' denen devlet memurları tarafından kayda alınmaya başlanır. Tabii devlet memuru olan vakanüvislerin devlet politikalarını eleştirmeleri, padişahlar hakkında olumsuz bir imada dahi bulunmaları mümkün değildir…
Böyle olunca da resmi Osmanlı tarihi;
Devşirme vezirleri öğen,
Haremde yaşanan çirkinlikleri aktarmayan,
Kardeş katlini olumlayan,
Padişah analarından ve kadınlar saltanatından bahsetmeyen,
Yıldırım Beyazıt ile Emir Timur, Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasındaki savaşlarda Osmanlı’nın yanlışlarını gizleyen, düşman olarak gördükleri Türkçe konuşan, Türkçe düşünen Türk hakanlarını aşağılayan,
Yüzyıllarca süren Türkmen katliamları yapan Kuyucu Murat Paşa gibileri kahraman olarak tanıtan,
Kızılbaşlar'ı katli vacip insanlar olarak gösteren,
Osmanlı’nın gerçek gerileme nedenlerini (fen bilimin medreselerden kaldırılması, felsefenin küfür sayılması, Eşari İslam anlayışının egemenliği, sanayi devriminin gerçekleştirilmemesi, kadınlar hâkimiyeti, kapitülasyonlar...) görmezden gelen,
Türklüğü ve Türkçeyi aşağılayan, bir tarih anlayışıyla kaleme alınır.
Ama tüm bu yanlışların içinde, birer vakanüvis olmalarına rağmen bazen satır aralarında, bazen imalarla, bazen eski bir hükümdarın mevcut hükümdar tarafından sevilmemesinden istifade ederek, yapılan yanlışlıkları ortaya koyan Naima, Kâtip Çelebi, Evliya Çelebi gibi bazı vakanüvisler ile son vakanüvis gerçek bir bilim adamı Ahmet Cevdet Paşa’yı bilim hayatımıza yaptıkları katkılar nedeniyle şükranla anmak gerek...
İslam tarihi de bir çarpıtmalar tarihidir... İşin ilginci İslam tarihçileri bu çarpıtmaları Allah’ın adını kullanarak, uydurma hadislerden yararlanarak yaparlar...
İslam tarihini anlatan avama yönelik kitaplarda ve İslam tarihini geniş kitlelere anlatıldığı camilerde;
Peygamberimizin cenazesine düşük katılımdan, Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir’in Medine’de bulunmalarına rağmen cenazeye katılmadıklarından,
İslam tarihinin ilk dönemlerindeki ilginç evliliklerden,
Seçilen (!) halifelere biat etmeyen sahabelerden,
Ebu Zer el-Gıfârî'nin örnek kişiliğinden,
Dört halifenin üçünün, bazı uydurma hadislerde cennetle ödüllendirilen sahabeler tarafından öldürüldüğünden,
Hz. Osman’ın bütün üst görevlere, valiliklere yakın akrabalarını atadığından,
Mevali diyerek Arap olmayan Müslümanların dışlanmasından,
Hutbelerde Ehlibeyte küfredilmesinden,
Saltanata dönüşen hilafetten,
İmamı Azam’ın zehirlenerek öldürülmesinden,
Allah’ın kullarının, sultanların kuluna dönüşmesinden,
Şimdi büyük İslam âlimleri diye öğündüğümüz Farabi, İbn-i Sina, İbn-i Rüşt gibi âlimlere yaşadıkları dönemde yapılan eziyetlerden,
Dünya bilim tarihine geçen İslam âlimlerinin büyük çoğunluğunun, aklı vahyin önüne koydukları için ehlisünnet âlimleri tarafından kâfir sayılan "Mutezile" mezhebine mensup olduklarından,
Cariye ve köle gerçeğinden,
Batı emperyalizmine uşaklık eden tarikat şeyhlerinden, hiç bahsedilmez...
Dahası; Yeterince öğretilmeyen İslam öncesi Türk tarihi: İskitler, Batı Hunlar, Yahudi Hazarlar...
İslam sonrası dönemde en büyük Türk hakanları arasında olmalarına rağmen hiç bahsedilmeyen Babür Şah ve Baybars... Ve şöyle bir geçiştirilen Emir Timur...
Resmi tarih deyince bunlar hiç akla gelmez ama Cumhuriyet'in ilk yıllarında yapılan bazı hatalar abartıldıkça abartılır...