AKP Genel Başkanı R.T. Erdoğan risk almayı seven, aldığı risklerle çoğu zaman “krizleri fırsata dönüştürmeyi” başaran bir siyasetçi.
Bu özelliği sayesinde parlamenter sistem içinde önce Cumhurbaşkanı'nın milletvekillerinin oylarıyla değil, milletin oylarıyla seçimle gelmesini sağladı. Daha sonra da “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” denilen ve kendi gücünün sınırlarını acayip genişleten dönüşümü gerçekleştirdi.
AKP'nin 7 Haziran 2015 seçimlerinde Meclis'teki tek başına iktidar çoğunluğunu kaybetmesinin ardından koalisyona girmedi. CHP’yi “istikşafi görüşmelerle” oyaladıktan sonra erken seçime gitti. Teröre karşı verilen “hendek” çatışmalarının yarattığı milli duygu ve “siyasi istikrarsızlık endişesini” kullanarak 1 Kasım 2015’de yapılan seçimde, bir önceki seçimde kaybetmiş olduğu oyları geri aldı.
İstanbul Büyükşehir Belediye seçimini AKP kaybettikten sonra seçimin tekrar ettirilmesini sağlayarak yine risk aldı. Ama bu defa hesap tutmadı. Çok daha büyük farkla AKP adayı kaybetti.
Bunlar siyasette olağandır. Alınan risk bazen kazandırır, bazen kaybettirir.
R. Tayyip Erdoğan’ın bir siyasetçi olarak risk almaktan çekinmemesi kendisini ilgilendirir.
Fakat bir devlet başkanının şahsen aldığı riskler, millet veya ülke için risk yaratıyorsa bu hepimizi ilgilendirir.
* * *
RİSK YARATAN TERCİHLER
Erdoğan’ın risk yaratan bazı tercihlerini tarih sırası gözetmeksizin hatırlatalım:
- Son olarak, salgın (pandemi) ortamında partisinin il kongreleri ve büyük kongresinde onbinlerce kişiyi kapalı salonlara tıklım tıklım doldurdu. Salonların “lebalep” dolmasından mutlu olduğunu ifade etti. Sonuçta öncelikle kongre yapılan iller çok riskli iller sınıfına girdi. Sonra da büyüklerinin rahatlığını gören vatandaşların rehaveti yüzünden bütün illerde salgın kontrolden çıktı. Vaka sayısı itibarıyla dünya birincisi olduk.
- Suriye iç savaşında risk aldı. Birkaç gün içinde Emevî Camisinde namaz kılmak hayaliyle savaşa müdahil oldu. Sonuçta düşürmek istediği Esad hâlâ yerinde. Şam’da namaz kılamadı, Suriye’nin bölünmesine mâni olamadı. PKK uzantıları garnizon devleti kurdu. 5 milyondan fazla Suriyeli sığınmacı Türkiye’ye girdi. Savaştan en fazla zarar gören ikinci ülke Türkiye oldu.
- RTE, jöleli danışmanı hariç, hiçbir ekonomistin kabul etmediği bir teoriyi savunuyor. “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur.” Sırf bu teoriyi ispatlamak için 3 senede 4 Merkez Bankası Başkanı değiştirdi.
Ekonomist Mahfi Eğilmez’in cümleleriyle “Kur yükselmesin diye döviz rezervlerini kullanıp kura müdahale ederseniz rezervler düşer, rezervler düşünce riskler artar, riskler artınca kur yükselir ve tekrar aynı noktaya gelirsiniz” şeklindeki uyarılara kulak asmadı.
Bir sene içinde, kur yükselmesin diye, 128 Milyar dolar rezervin erimesine göz yumdu. T.C. devlet bütçesi kadar bir meblağın nereye gittiği sorularına hala cevap verilebilmiş değil.
(Kolay tahayyül edebilmek için hatırlatalım: 128 milyar dolar, 1 trilyon 45 milyar TL eder.
2021 T.C. bütçesi 1 trilyon 346 milyar TL olduğunu düşünürsek “nerede?” diye sorulan paranın yaklaşık Türkiye’nin bir yıllık bütçesi kadar olduğunu görürsünüz. Ya da Sağlık Bakanlığı bütçesinin 77,6 milyar TL, Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin 61,4 milyar TL olduğunu düşünerek kıyaslayınız.)
- 3 yıl önce “yetkiyi bu kardeşinize verin ondan sonra faizle dövizle nasıl uğraşılır göreceksiniz” demişti. Dünyada benzeri görülmeyen bir şeye kalkıştı. Hem kur artışını hem faizi ve hem de enflasyonu bir arada düşürmeye kalktı.
Yarattığı riskin sonucunda üç yıl içinde Dolar ve Euro kurları iki katına çıktı, faizler yüzde 12,75’den yüzde 19’a yükseldi. Türkiye dünyadaki en yüksek enflasyonu olan ilk üç ülkeden biri oldu.
* * *
EN BÜYÜK RİSK HATAYI KABUL ETMEMEKLE OLUŞUR
CB sistemi ile TBMM neredeyse devreden çıktı. Devletin bütün kurumları bağımsız karar alamaz ve gördükleri riskleri de Cumhurbaşkanına söyleyemez oldular.
CB Sistemi ve RTE’nin risk almayı seven mizacı yüzünden, devlet kurumlarının tecrübe süzgecinden geçmemiş risk yaratan kararların sayısı çoğaldı.
“İstanbul Sözleşmesi” denilen uluslararası bir sözleşmeden bir kişinin iradesiyle çıkarılan gece yarısı kararnamesi ile çekildik.
Türkiye Cumhuriyeti’nin dayanağı olan en temel iki Antlaşma Lozan ve Montrö’yü tartışmaya açan cümleler edilir oldu.
Bu konuda uyaran uzmanları “hain” ilan etmek yerine onları dinlemek daha faydalı olurdu.
Bilim Kurulu bile AKP kongrelerini eleştiremedi. Sonuçta her gün bir uçak dolusu insanımız salgından ölüyor.
“Risk yaratan” kararların verdiği zararlar sadece dış politika, virüs salgını gibi konulardan ibaret değil. “Bugünkü ekonomik sıkıntıların çoğu da aslında ekonomik olmayan nedenlerin yarattığı risk artışından kaynaklanıyor.”
“Risk almak başka şeydir, risk yaratmak başka şey. Risk alırsanız kazanabilirsiniz ama risk yaratırsanız kaybedeceğiniz kesindir.”
Mahfi Eğilmez’in "Özdeyişlerim" başlıklı son yazısında yer alan bu veciz sözünün, RTE’nin şahsında ve ülkemiz açısından gerçekleştiğini birçok örnekleriyle görmeye başladık.
Çok geç kalmadan Mahfi Hoca’nın şu uyarılarını da dikkate almak gerek:
“En büyük risk hatayı kabul etmemekle oluşur.”
“Riskleri düşürmek istiyorsanız, hatalarınızı kabul edip düzeltmeye başlayın.”