Veba salgını, öncelikle Orta Asya yabani dağ sıçanlarında başlamış. Eski dünyada veba salgınının Çin’de ortaya çıktığı, İpek Yolu’nu izleyerek 1346’da Kırım’a ve 1347’de Avrupa’ya ulaştığı kabul ediliyor. En büyük yıkımı Cenevizliler'e yani bugünkü İtalya’da yapmış, tüm dünyayı etkileyen yeni virüs salgını da Avrupa’da en çok İtalya’yı etkiledi.
Veba, gemilerdeki farelerin üzerinde yaşayan pireler tarafından liman kentlerine taşınmıştı. Ceneviz gemileri, kentten kaçarken vebayı İstanbul, Sicilya Adası ve Avrupa’ya taşımış. Avrupa’da salgının, tanrıların gazabıyla veya yıldızların etkisiyle çıktığına inanılıyordu.
Paris Tıp Fakültesi, 20 Mart 1745’te Merkür, Satürn ve Jüpiter gezegenleri aynı hizaya geldiği için salgın çıktığını açıklamış.
Kirli havanın salgına neden olduğuna inanan çokmuş. Tütsü yakarak havanın güzel kokması sağlanırsa salgının önleneceği sanılıyormuş. Banyo yapılmazsa derideki gözenekler açılmaz ve kötü hava vücuda giremez inancı nedeniyle 1800’lü yıllara kadar, Avrupa’da insanlar yıkanamıyormuş. Yahudi karşıtı fanatikler, veba için Yahudiler'i suçlayıp katliamlar yapmış. Yahudiler'in, su kuyularını zehirledikleri iddiasıyla diri diri yakıldığı anlatılıyor.
Vebaya karşı Hititler nazarlık takarmış, Hristiyanlar kiliseden şifa aramışlar ama tedaviyi bilim adamları bulmuş. Şehirlerin temizliği kanalizasyon sistemi kurulması iyi beslenme, hijyen, aşı ve antibiyotikler vebayı sonlandırmış. Bu hastalığa neden olan mikrop ancak 1894 yılında Fransız bakteriyolog Alexandre Yersin tarafından tanımlanabilmiştir. Mikroba Yersinia Pestis adı verilmiştir.
Ortaçağ'ın din baskısı altındaki insanları vebayı işlemiş oldukları günahlara, kötü burçlara, ya da cadılara bağlıyorlardı veya başka dinler tarafından bulaştırıldığını düşünüyorlardı. Hristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudiler hepsi birbirini suçluyorlardı. Aristokratlara göre ise salgın, itaatsiz köylüler yüzünden başlamıştı. Feodalitenin egemenliğinin sonu görünüyordu. Kiliseye göre hastalık, günahların çoğalmış olması dolayısıyla ilahi bir azap olduğu ve yaygın ahlaksızlığa karşı tanrının bir gazabı idi. Tanrı öfke oklarını insanlığa gönderiyordu. Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu. Hristiyan olmayanlar acımasız cezalara çarptırılıp öldürüldü. Tanrının öfkesini yatıştırıp insanlığı kurtarmak isteyen bazı dindarlar kendilerini kırbaçladılar. Vebanın cadı işi olduğunu düşünenler de vardı. “Cadı” olarak suçladıkları birçok kadını yaktılar. Ayrıca kedilerin, cadıların yardımcıları olduğu düşünüldüğü için o dönemde birçok kedi de öldürüldü. Farelerin ortalıkta özgürce dolaşmasının bir sebebinin de bu kedi katliamı olduğu, ikinci veba salgınının bu fareler yüzünden yayıldığı düşünülmektedir.
14. Yüzyılda Avrupa’yı kasıp kavuran veba salgını insanoğlunun kendi yaşamının değerini tekrar düşünmesi için vesile olmuştur. İnsan doğallığının ve insani hislerin öneminin fark edildiği bu dönem hümanizm akımı için bir yol açılmasında etken olmuştur. Ortaçağ'da rahipler tanrının azabı olarak gördükleri vebaya, vebalı kişileri günahkâr olarak gördükleri için yardım etmediler. Bilim adamı düşünürler ise hastalara yardım edilmesini savundular. Din adamlarına güven ve saygınlık azalmıştı. Bu dönemdeki Katolik kilisesinin hastalıkla mücadeledeki başarısızlığı, başka din mensuplarına yapılan zulüm ve yozlaşma eğilimleri de kilisenin saygınlığının sarsılmasına katkıda bulunmuştur. Karanlık bir dönem içinde dinin kurtarıcılığına inancın sarsıldığı ve insanın öneminin kavrandığı bu süreç, Avrupa’nın Ortaçağ'ın karanlığından sıyrılıp Rönesans’a doğru yola çıkması sürecidir.
Avrupa, ‘karanlık çağ’ döneminde dine aykırı olduğu düşüncesiyle bilim ve düşünmeyi yasaklamıştı. Hümanizm ve Rönesans ile Aydınlanma Çağı’nın temelleri atılmıştır. Her türlü fikir ve düşünceye hoşgörü ile yaklaşımı gelişmiş tabular yıkılmaya başlanmış, dinin sanat ve bilim üzerindeki olumsuz etkileri yavaş yavaş kalkmaya başlamıştır.
Savaşlar, kıtlıklar, salgın hastalıklar gibi büyük felaketlerin yol açtığı kitlesel acıların ve yıkımların sonucu edebiyattan sanata, ekonomiden siyasete etkilemesi kaçınılmazdır. Veba salgınından en çok yine İtalya etkilenmiş, İtalyan edebiyatının başyapıtını Giovanni Boccaccio (1313 – 1375) adlı İtalyan yazar, dünya edebiyatının da ilk öyküleri olan Decameron Öyküleri’ni yazmıştı. Karantina altındaki İtalya’dan bu günleri anlatan şiir, sinema filmi, roman ve hikâye çıkacaktır.
İran İslam Devrimi ile alkol yasaklanıyor, karaborsadan veya evde kaçak kullanabiliyordu. Korona salgını sonrası ‘alkol koronadan koruyor’ sözü üzerine alkol içerek ölen sayısında artış yaşanmış. Artık alkol kullanımı serbest bırakılmış. İran’da muhaliflerin, göstericilerin, protestocuların başaramadığını korona başarmıştır. ‘Kum kenti karantinaya alınsın, cami ve türbe giriş çıkışları engellensin’ diyen doktorların önerisini dinlemedi molla rejimi. Nevruz tatilinde yolculuk yapmamaları ve ziyaret etmemeleri konusunda uyarıları halkın dinlememesi kaybın artmasına katkı sağlamış. ‘Virüsü yayın, ölümler artsın ki mehdinin gelişi hızlansın’ diyen molla bozuntuları da bu teokratik düzene güveni sarsacaktır. Belki veba salgını sonrası kilisenin ve ruhbanlığın iktidarını kaybettiği gibi mollaların saygınlığı ve hükümranlığı son bulabilir.
Hristiyanlar, ‘Türkler gibi el yıkayınız’ önerisine muhataplar. Taharet musluğu olan klozet siparişleri yok satıyormuş. Müslüman toplumlarda koronaya karşı alkol kullanımı gittikçe artıyor. Eskiden "Abdestim bozulur, mekruh" diyen hacı amcalar bol bol kolonya kullanmaya başlamışlar. Tokalaşma, sarılma terk ediliyor. Uzakdoğu selamı ve Alevi Bektaşiler'in ellerini kalbine götüren selamı en muteber selamlaşma usulü olmaya başladı. Hac ve umre yasaklandı, toplu ibadet ve cuma namazı yasaklandı. Hatta ‘namazı evde kılın’ diye ezan bile değiştirildi Kuveyt’te. Din işaretleri bayağı değiştirdi tüm dünyada. Hristiyanlar abdest almaya başladı. Müslümanlar alkol kullanırken, milletin hepsi Alevi Bektaşi selamı verir oldu. Aşı karşıtlarının sesi kısıldı, herkes aşının yolunu gözler oldu. En güvenilen, itibar edilen kurum Bilim Kurulu, en muteber meslek doktorluk, en popüler kişi Sağlık Bakanı oldu. Çünkü Sağlık Bakanı ve Bilim Kurulu sağlık yönetiminde bilimsel dil kullanarak topluma güven vermiştir.
Hastalıkların geçmişimizi ve geleceğimizi etkilediğini akıldan çıkarmayalım, eskiler nasıl değişim yapmışsa, şimdiki salgın da yarınlarımızı etkileyecektir. Sevinçlerimizi çabuk acılarımızı çok zor unuturuz. Bu salgında dünyamıza ve ülkemizde derin izler bırakacaktır. Ortadoğu’da sekülerleşme, bankacılık, sağlık, eğitim ve ticarette dijitalleşme, sanayide robotlaşma, dijitalleşme endüstri 4,0’a geçiş, ekonomide korumacı, planlı kamucu devletin etkisinin artacağı bir dönem olabilir. Küreselleşme yerine korumacı ulus devletin güçlendiği, siyasette otoriteleşme iklimi hâkim olabilir, yaşayarak göreceğiz.Büyük bir kırılma yaşanacak hiçbir şey eskisi gibi olmayacak