Türkiye’den ve İspanya’dan sanatçıların katılımıyla gerçekleşen sergide Gazi Üniversitesi’nden Berrin GÜNGÖRDÜ, İrem HATİPOĞLU, İsmail ARSLAN, Özlem YENİGÜL, Ramazan CAN, Haliç Üniversitesi’nden Engin AKYURT, University Of Castilla La-Mancha ‘dan Sergio PERAMATO ve Akdeniz Üniversitesi’nden Yılmaz ARAS gibi isimler yer almaktadır. Sergi 10 Temmuz 2015 tarihine kadar izleyiciyle buluşmaya devam edecektir.
Günümüzde Aborjinal sanat iki farklı içerikte kullanılmaktadır; aborjinal sanat, bir yandan primitif ‘taş çağı’ sanatlarını tanımlamak için kullanılırken bir diğer taraftan ise; Avustralya kıtasının İngilizler tarafından sömürgeleştirilmesinden önce adada yaşayan yerlilerin (aborjinler) zanaatları için ve Aborjinlerin günümüzde ürettiği çalışmalar için kullanılmaktadır. Aborjinal terimini primitif açıdan ele alacak olursak, anlatılmak istenen ifadeyi antropolojik, ontolojik, psikolojik, felsefik ve siyasi hatta belki de sözüm ona en önemlisi ekonomik bağlamda bir izdüşüm yaratmak olacaktır. Değişen ve “gelişen” dünya düzeni, tarihsel süreçte yaşanan olaylar, savaşlar, rönesans, reformlar ve devrimsel hareketlerin yansımalarını, birbirinden farklı devletlerin yine birbirinden farklı olarak siyasal ve finansal temele dayanan politikalarının, sanat ile ilişkisi bugüne kadar incelenmiştir. Sanatın tüm bunlardan gerek etkilenerek/ beslenerek gerekse bunlara maruz kalarak/bırakılarak bir şekilde yüz yüzeliği bulunmaktadır. Bu konteksi oluşturmanın altında ise deyim yerindeyse güneşin altında sere serpe yatan paradokslardır. Günümüzde birçok sanat tarihi araştırmalarında sanatı kronolojik bir sıralamada görmekteyiz. Taş çağı olarak adlandırdığımız dönemde yapılan işler, sonrasında sanatçı/zanaatçı ayrımı, karşı sanat derken bugün sanatın finansal ve teknolojik sınırlarını konuşmaktayız. Tüm bu bağlam düşünüldüğünde sanatçılar burada primitif olamayan ve ondan çok uzakta kalan “ilk ve son” karşılaştırması yapmaktadır. Sanatçılar çalışmalarında kendilerine verilen kavramsal çerçeve dahilinde, spirütüel bir bakış açışıyla, insanın özünün yeniden keşfedilebileceği umudunun sinyalini verirken, bir diğer taraftan negatif bir göndermeyle toplumsal olarak oluşturduğumuz sınırları sorgulatma çabaları yer almaktadır. Çalışmaların kiminde ise; insanın içinden kopup geldiği doğa ile burun burunalığı ve yine içinden çıkılamaz bir çatışma eylemini şamanizm ritüelleriyle ifade ediliş tarzının yansıtıldığını görmekteyiz, animizmin altında yatan atalar kültü, sanatçının hayvan ata kültürünün, ataya saygı duyulması hissiyle oluşturduğu doğadan yani içinde bulunduğumuz yer kürenin yerlilerinin ve onların zaman içinde maruz kaldığı her türlü ontolojik, antropolojik, psikolojik, politik ve ekonomik evrimin tanımlayıcısı niteliğindedir.